• If this is your first visit, be sure to check out the FAQ by clicking the link above. You may have to register before you can post: click the register link above to proceed. To start viewing messages, select the forum that you want to visit from the selection below.

Duyuru

Gizle
No announcement yet.

Tarihi değiştirecek keşif

Gizle
X
 
  • Filtrele
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Sil
new posts

  • Tarihi değiştirecek keşif

    ABD’de tarihin en büyük arkeolojik keşiflerinden biri yapıldı.
    Bir inşaat alanında yapılan kazı çalışmasında 1.4 milyon yıl öncesine ait binlerce fosil bulundu.
    Los Angeles kentinin 135 kilometre güneydoğusundaki San Timoteo kanyonunda trafo inşaatı yapan bir şirket, California eyaletinin milyonlarca yıl öncesine ışık tutacak çok büyük bir arkeolojik keşfe imza attı. Bilim insanları, çorak bir kanyonun bulunduğu California eyaletinin güneyinde kalan bölgede, bin 450 parçadan fazla fosil bulunduğunu belirtti.
    Çok iyi halde oldukları belirlenen fosillerin arasında dev boz ayılara, kılıç gibi dişlere sahip dev kedilere, iki çeşit deveye ve çeşitli küçük hayvanlara ait bin 220 kemik parçası bulundu. Bölgede çalışma başlatan uzmanlar, geyik, at ve lama olduklarını düşündükleri başka bir hayvanın kemiklerine de rastladı.
    İnşaat çalışmalarını bırakarak arkeolojik kalıntıların çıkarılmasına yardımcı olan işçiler, kemiklerin yanı sıra bölgede zamanında yer kapladığı düşünülen huş, çınar, çam ve meşe ağaçları; kamışlarla örtülü bataklıklara ait kalıntılar buldu.
    Bilim insanları, inşaat alanında yapılan çalışmalarda hayvan ve bitki türlerine ait birbirinden farklı 35 türü temsil eden fosil elde edildiğini belirtti. Fosiller, önümüzdeki yıl Hemet şehrindeki Batı Bilim Merkezi’nde sunulacak.

    GEÇMİŞTEN ESER KALMADI
    Mikrobiyolog Rick Greenwood, bulunan fosillerin Los Angeles’ın ünlü La Brea hendeklerinde ortaya çıkarılan tarihi bulgulardan bir milyon yıl daha eski olduğunu söylerken, “En son ulaştığımız kalıntıların bugüne dek bilimsel açıdan elde edilen en değerli bulgular olduğuna inanıyoruz” dedi.
    Greenwood, “Bundan bir milyon yıl önce bu bölgede lama, at ve geyik gibi hayvanların yaşamış olabileceğini birçok kişi aklının ucundan bile geçiremezdi” ifadesini kullandı. San Diego Doğal Tarih Müzesi’nde görevli arkeolog Tom Demere ise fosillerin farklı bölgelerden gelen farklı türe ait hayvanlara işaret ettiğine dikkat çekti ve bu kadar çeşitli fosili bir arada bulmanın çok büyük bir keşif olduğunı belirtti.
    Arkeolog Philip Lapin, bugün kurak verimsiz olan bölgenin bir milyon yıl önce çok farklı bir doğal yapıya sahip olduğunu söyledi. Lapin, “Kemirgenlerin yaşam süreleri çok kısa olduğu için değişimlere daha hızlı adapte oluyor ve evrim geçiriyorlardı. Bu hayvanların dişlerini inceleyerek bilim insanları iklim değişikliklerine göre beslenmelerinin nasıl etkilendiğini anlayabilir” dedi.
    Lapin, çok sayıda ve önceden eşine rastlanmamış fosil bulunduğunu, bu yüzden fosiller üzerinde yapılacak çalışmanın çok kolay olmayacağını belirtti
  • #2

    Suda yaşayan boynuzlu dinozor

    Güney Kore'de ortaya çıkarılan yeni dinozor fosili, kayıtlardaki 20 milyon yıllık bir boşluğu dolduruyor.

    Güney Kore, Japonya ve Amerika’lı paleontologların oluşturduğu ekip, Güney Kore’de buldukları yeni dinozor fosilini inceleyerek yayınladılar. Yeni bir cins olarak tanımlanan ve Koreaceratops hwaseongensis şeklinde adlandırılan boynuzlu dinozor, 103 milyon yıl önce Erken Kretase döneminin sonlarına doğru yaşamış.

    Araştıma makalesinin yazarlarından Cleveland Doğa Tarihi Müzesi Omurgalı Paleontolojisi birim yöneticisi olan Michael J. Ryan, bulgunun dinozorların Asya Kıtası’nda ortaya çıkışlarından Kuzey Amerika’da ilk defa görünmelerine değin geçen 20 milyon yıllık süreye ait fosil kayıtlardaki boşluğu doldurduğunu ve bu nedenle oldukça önemli olduğunu belirtiyor, “Bölgeden genellikle dinozor yumurtası ve ayakizleri elde edilmesine karşın böylesi bir fosil bugüne kadar ortaya çıkarılamamıştı.”

    Yaklaşık 1,5-2 metre uzunluğunda ve 30 ila 50 kilo ağırlığında olduğu tahmin edilen dinozor, Kuzey Amerikalı dv akrabası ve jeolojik açıdan öncülü olan Triceratops kadar büyük değil. Bir papağanı andıran yüze sahip olan Koreaceratops ‘un çenelerinin ucunda yer alan gaga yapısı nedeniyle otçul beslendiği öngörülüyor.

    Araştırmacılar, kuyruk omurlarında yer alan uzun dikenlerin, bu dinozorun iyi bir yüzücü olduğuna işaret ettiğini ve zamanının büyük kısmını suda avlanarak geçirdiğini düşünüyorlar.

    Yorum yap

    • #3

      iyi paylaşım devam ama nerden buluyosun bunları

      Yorum yap

      • #4

        Allianoi'nin üzeri kumla tamamen örtüldü

        ALLİANOİ Antik Kenti'nin üzeri tamamen kumlarla kaplandı. Artık dışarıdan bakıldığında burasının antik bir merkez olduğunu gösterir hiçbir işaretin kalmadığı Allianoi, sessiz sedasız mahkeme kararını bekliyor.


        ANTİK KENTİN ÜZERİ TAMAMEN ÖRTÜLDÜ / FOTO GALERİ

        İzmir’in Bergama İlçesi’nde, Yortanlı Barajı’nın suları altında kalacak olan Allianoi Antik Kenti’nde kumla kapatma işlemi tamamlandı. İzmir 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun kararının ardından, yaklaşık 10 yıl süren kazı çalışmalarında günışığına çıkartılan tüm eserler, açılan davalara, yapılan eylemlere karşın kumla örtüldü, mahkeme kararı beklenmeye başlandı.

        Antik kentin kumla kaplanarak baraj sularının altında bırakılmasına karar veren İzmir 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun, geçen ağustos ayında aldığı kararın iptali için açtıkları davanın sonuçlanmasının beklendiğini belirten Avukat Arif Ali Cangı şunları söyledi:
        “Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’dan davanın sonucunun beklenmesini istemiştik, ancak bu olmadı. Şimdi İzmir 4'üncü İdare Mahkemesi’nde süren davada bilirkişi oluşturulma safhasındayız. Mahkeme bir hidrolog inşaat mühendisi, bir sanat tarihçisi, bir arkeologtan heyet oluşturacak, keşif yapılacak. Bunu bekliyoruz.”

        İzmir 4'üncü İdare Mahkemesi’nde süren davanın, korumanın şeklini tartışacağını dile getiren Cangı, “Toprakla örtüp suyun altında bırakmanın koruma olup olmadığı, ‘Biz kapatalım 50 yıl sonra çocuklarımız, torunlarımız yeniden kazıp çıkartsın’ mantığının ne kadar doğru olduğu tartışılacak. Eğer İzmir 4'üncü İdare Mahkemesi, kurul kararını iptal ederse, yeniden açılmasını isteyeceğiz” diye konuştu.

        İSTANBUL'DA YÜRÜYÜŞ HAZIRLIĞI

        Allianoi Girişim Grubu Sözcüsü İffet Diler de, tüm olumsuzluklara rağmen umutlarını yitirmediklerini dile getirdi. Diler, “Allianoi orada sessizce bekliyor olabilir, ancak biz beklemiyoruz, çalışmalarımız eski hızıyla sürüyor. Hala umut var, geriye dönebiliriz. Üstü ne kadar kapatılmış olsa da, onlar ‘yok’ deseler de orada Allianoi var. İstanbul’da yürüyüş yapıp konuyu yeniden gündeme getireceğiz, Allianoi ile ilgili bir sergi açacağız. Mücadelemize eskisi gibi devam ediyoruz edeceğiz” dedi.

        Baraj kapaklarının deneme amaçlı olarak kapatılmasının bile Allianoi’ye zarar vereceğini ifade eden Diler, yapılmak istenenin Allianoi durumunda olan pek çok yer aleyhine açılmış davaları etkilemek olduğunu öne sürerek, “Allianoi’yi toprak su altına gömmeye çalışanların, yeni çıkarmaya çalıştıkları Tabiatı Koruma Yasası da bu tür hukuksuzluklara hizmet etmek için. Bir ülke eğer özgür yaşamak istiyorsa hukuk temel ilkedir. Ancak hukuk insanları geleceğe taşıyabilir, temellerinin sarsılmaması gerekiyor” diye konuştu.

        Yorum yap

        • #5

          Mona Lisa'da şifreler bulundu!

          Ünlü İtalyan ressam Leonardo Da Vinci'nin yıllardır çözülmeye çalışılan en ünlü eseri Mona Lisa'nın şifresi gözlerinde çıktı.
          Kesin kimliği konusunda hala spekülasyonlar olan Mona Lisa'nın sağ göz bebeğinde L ve V harflerinin olduğu ortaya çıktı. Harfleri keşfeden İtalya Kültürel Miras Komitesi Başkanı Silvano Vincenti, bunun Da Vinci'nin baş harfleri olabileceğini de belirtiyor ancak ressamın neden böyle bir imza atma gereksinimi duyduğu sorusuna tatmin edici bir yanıt verilemiyor.



          ÖZEL BİR TEKNİKLE OKUNDU
          Mona Lisa'nın sol gözünde ise CE ve B harflerinin gizlendiği belirlendi. Ancak 500 yıldan daha fazla süre önce yapılan tabloda zamanla oluşan yıpranma nedeniyle harfler net okunamıyor.
          Normal gözle bakıldığında farkedilemeyen işaretler, özel bir büyütme tekniği ile ortaya çıkarıldı.
          Tabloda gizlenen bir başka sembol de arka tarafta yer alan köprünün kemeri üzerinde yer alıyor. Kemer üzerinde '72' ya da 'L2' yazıyor. Ancak bu harf ya da rakamların ne anlama geldiği konusunda elle tutulur bir bilgiye henüz ulaşılmış değil.
          "SEMBOLLER RASTLANTI DEĞİL"

          Uzmanlar sadece bu sembollerin rastlantı ile konmadığı, Da Vinci tarafından bilinçli olarak konduğunda hem fikir. Ürettiği pek çok yapıtta sembol ve şifreler kullanan ve ezoterik olduğu bilinen Da Vinci'nin şifrelerinin yakında çözüleceği umut ediliyor.
          MEZARI AÇILMAK İSTENİYOR

          Kendisi de bir Da Vinci uzmanı olan Silvano Vinceti, sanatçının Mona Lisa'ya diğer tablolarından çok daha fazla önem verdiğini ve hayatının son döneminde onu yanından ayırmadığını vurguluyor.
          Vinceti, Leonardo Da Vinci'nin mezarını açmak için izin almaya çalışan bir grubun üyesi. Kafatası incelemesiyle Da Vinci'nin yüzünün bire bir görüntüsünü elde etmeye çalışan grup, Mona Lisa'nın sanatçının bir oto portresi olup olmadığını ortaya çıkarmayı amaçlıyor.
          MONA LİSA'NIN GÜLÜMSEMESİNDE DE SIR VAR

          Mona Lisa'yı bu kadar ünlü bir eser haline getiren gülümseme de tabloda çözülmeye çalışılan sırlar arasında. Kısa bir süre önce Da Vinci'nin, Mona Lisa'nın bu esrarengiz, buğulu gülümsemesindeki optik efektleri nasıl yarattığı ilk kez ortaya çıkarıldı.
          Fransız Müzeleri Araştırma Merkezi ve Restorasyon Laboratuvarı ile Avrupa Sinkrotron Radyasyonu Tesisi'nin ortaklaşa yürüttüğü çalışmada bilim insanları Mona Lisa'nın "buğulu" gülümsemesinin ardında ünlü ressamın parmaklarıyla tabloya sürdüğü aşırı derecede ince cam cilanın olduğunu belirledi.
          Röntgen ışınlarıyla yapılan incelemede araştırmacılar, sürülen cila ve boya tabakalarının yüzün farklı bölgelerinde değişen seviyelerde nasıl oluşturulduğunu görebildi. Farklı renkte boyalarla ustaca karıştırılmış, her biri insan saçından 50 kat ince 40 kat cilanın, Mona Lisa'ya belli belirsiz gülümseyişi veren hafif buğulu ve gölgeli etkiyi verdiği tespit edildi. Cilanın kuruması aylar aldığından esrarlı gülümseyişin oluşmasının da yıllar aldığı kaydedildi. Tabloya sürekli bakıldığında bu gülümseyişin kaybolduğu izlenimi oluşuyor.

          Yorum yap

          • #6

            Ötzi'nin mide bakterileri inceleniyor

            Dokunduğu insanları lanetlediği ileri sürülen 5 bin 300 yıllık buz adam Ötzi bu defa midesiyle gündemde.



            İtalya ile Avusturya arasındaki Alp Dağları'nın 3 bin 200 metre yüksekliğinde buzullar arasında 20 yıl önce donmuş halde bulunan ve 5 bin 300 yıl öncesine ait olduğu hesaplanan "buz adamın" cesedi üzerindeki araştırmalar sürerken, mide bakterilerileriyle ilgili araştırmaların İsveçli bilim adamları tarafından yapıldığı belirtildi.
            Alp Dağları'nın zirvesindeki buzullar içinde 19 Eylül 1991'de bulunan buz adam üzerindeki araştırmaları değişik ülkelerden bilim adamları sürdürüyor.
            İsveç gazetesi Svenska Dagbladet'in özel haberine göre, buz adamın midesindeki bakteriler de İsveç'te Nobel Tıp Ödülleri'nin verildiği üniversite olan Karolinska Üniversitesi'ndeki bilim adamları tarafından inceleniyor.
            Gazetenin haberinde, mide bakterileri ile ilgili araştırmanın Karolinska Üniversitesi Bulaşıcı Hastalıklar Enstitüsü'nde Prof. Dr. Lars Engstrand tarafından yürütüldüğü belirtildi. İsveçli bilim adamlarının mumyanın midesindeki ülser bakterileri ile ilgili araştırma yaptıkları kaydedildi.
            Halen Kuzey İtalya'da Bolzano'daki Arkeoloji Müzesi'nde buzullar içinde bulunduğu haliyle tutulduğu bildirilen buz adamın cesedi üzerinde beyin, akciğer ve prostat ile ilgili incelemeler, değişik ülkelerde bulunan uzmanlar tarafından yürütülüyor.

            ANTİBİYOTİKLERDEN ÖNCEKİ BAKTERİLER

            Buz adamın midesi ile birlikte midede bulunan bakterilerin, 2 saatlik bir işlemle, günümüz tıbbında hastaların yemek borusundan girilerek kullanılan gastroskop ve mikroskop gibi modern aletler ile kontrol edildiği belirtildi.

            Yorum yap

            • #7

              Büyük kurtuluşun kalıntıları

              Canlıların yüzde 90’ının ortadan kalktığı 250 milyon yıl önceki büyük yok oluştan kurtulanların fosillerine ulaşıldı.

              Çin’in güneydoğusundaki Yunnan Bölgesi’nde bulunan Luoping’de çalışan araştırmacılar, aralarında 250 milyon yıl önceki Permiyen dönemi sonunda meydana gelmiş en büyük kitlesel yok oluştan kurtulan canlıların akrabalarına ait türlerin de bulunduğu 20.000 fosil ortaya çıkardılar.

              Yeni denizel fosil sahası, balıklar ve sürüngenler ile kabuklular ve karidesler gibi deniz tabanında yaşayan türlere ait kalıntıları içeriyor. Araştırma sonuçlarına göre bölge, büyük yok oluş sonrasına ait olan ve bununla birlikte en iyi korunmuş ve bütünüyle ortaya çıkarılabilmiş bilinen ilk ekosistemini gözler önüne seriyor.

              Makalenin yazarları arasında bulunan Bristol Üniverstiesi’nden Michael Benton, canlılığın yüzde 90’ınını ortadan kaldıran olaylar bütününün bir çok tür için iyi bir haber olmasa da bazılarına yeni imkanlar sunduğunu belirtiyor. Buna göre yok oluş sonrası yeniden yapılanma sürecinde bazı yeni türler ekosistemdeki boşlukları dolduracak şekilde evrilmeye başlamış.

              Benton en bariz farklılık olarak, geç Permiyen döneminde denizel sürüngenlerin bulunmadığına dikkat çekiyor, “Köpekbalıkları baskın avcılardı fakat olaydan kurtulabilmiş olmalarına karşın bunlara paralel olarak ichthyosaurus, thalattosaurus ve sauropterygians bir çok denizel sürüngen grubu ortaya çıktı.”

              Bilimciler, doğal bir ‘ölü maskesinin’ fosilleri dondurarak korumaya aldığını düşünüyorlar. Bu da, ölü canlıların üzerlerini kaplayan mikrobiyal bir tabakanın gelişmesiyle oluşuyor. Elmanın üzerindeki mumsu tabakaya benzeyen bu katman sayesinde Luoping’teki fosil bölgesinin, nasıl bu denli fazla sayıda yumuşak dokulu canlılara ait fosilleri barındırabildiği de açıklanmış oluyor.

              Leeds Üniversitesi’nden Paleoçevre profesörü Paull Wignall, bulguları destekliyor ve ekliyor, “Çalışmadan, karmaşık denizel ekosistemin Permiyen sonu yok oluştan yedi ila sekiz yıl sonra yeniden kurulduğunu anlıyoruz. Ve fosillerin üstün bir şekilde korunmuş olmaları sayesinde bu döneme ait yaşam hakkında artık çok daha net bilgilere ulaşabileceğiz.”

              Yorum yap

              • #8

                2010'un bilimsel keşifleri

                Time dergisi 2010 yılına damgasını vuran en önemli bilimsel keşifleri derledi.



                Kediler Nasıl Süt İçer?
                Kediler süt veya suyu nasıl hem bu kadar estetik hem de bir o kadar hızlı içebiliyor? ABD’deki Massachusetts Teknoloji Enstitüsü ve Princeton Üniversitesi’nin, kediler sıvı içerken çekilen bir video üstünde yaptığı araştırmalara göre, kedi önce dilinin üst kısmını suya değdiriyor, sonra dil ucunu kıvırıp J şeklinde kaşık haline getirip içiyor.

                Araştırmada kedilerin köpekler gibi dillerini sıvıya vurarak içmediği, sıvıyı ağza götürmeden önce dil ucunu nazikçe sıvıya değdirdiği de ortaya çıktı.
                Sıvı geçişi sırasında kedi dil hızını ayarlıyor ve ağzını ne zaman kapatması gerektiğini çok iyi biliyor. Böylece çenesi ve ağzı kuru kalabilen kedi, saniyede dört dil hareketi yaparak, her dil hareketinde 0.1 mililitre sıvı almış oluyor.

                Yeni Element
                Rus ve Amerikalı bilim adamları Mendeleyev periyodik cetvelinin 117. elementini oluşturmayı başardı.
                116 ve 118 arasındaki boşluğu dolduran 117. Elementi, yeni bir isim verilinceye kadar 117’nin Latince okunuşu olan Ununseptiyum olarak anılacak.
                Araştrma Heyeti Başkanı Yuriy Oganesyan 117. elementi U-400 siklotronunda (parçacık hızlandırıcı), hızlandırılmış kalsiyum iyonlarının berkelyum hedef tahtasını bombalaması sırasında kalsiyum ve berkelyum atomlarının çarpışması sonucu elde ettiklerini belirtti.

                İki Milyon Yaşında
                Johannesburg, Witwatersrand Üniversitesi’nden, ünlü paleoantropolog Prof. Lee Berger önderliğindeki bir ekip, Güney Afrika Johannesburg’a 40 kilometre uzaklıktaki "İnsanlığın Beşiği" olarak adlandırılan Dünya Kültürel Miras Kenti’ndeki Malapa mağarasında, hominidlerin yaklaşık iki milyon yaşındaki yeni bir türü olan "Australopithecus sediba"yı keşfettiler.
                Bir erkek çocuk ve bir yetişkin kadına ait olan fosiller, tek bir debi akıntısına bırakılmış, ve derince aşınmış bir oyuğun kalıntılarında yaklaşık olarak üst üste yığılı bir şekilde bir arada rastlanmışlardır.
                Tortu ve jeolojik durumlar; ölümlerinin, onları gömü alanına sürükleyen debi akıntısından kısa süre önce oluştuğunu ve bununla yakından ilişkili olduğunu gösterir.

                Görünmez Pelerin
                Londralı bilim adamı Martin McCall, ürettiği metamateryal ile ilgili makalesini Optic dergisinde yayımladı. Bir moleküler mühendislik ürünü olan metamateryaller görünmezlik pelerinine doğru atılmış en önemli adım olarak değerlendiriliyor.

                Yeni Gezegenler
                2010 yılında adeta bir gezegen patlaması yaşandı. Bildiğimiz gezegenlerin yanı sıra çok sayıda gezegen keşfedildi.

                HIP 13044b
                HIP 13044b, HD 10180, Gliese 581g bunların en dikkat çekici keşiflerdi.

                Yaşlanma Yavaşlatıldı
                TERC geni üzerinde yapılan çalışmalarda fareler üzerindeki deneyler başarılı oldu ve yaşlanma yavaşlatıldı.

                Mühürlü Tünel
                Meksika’daki efsanevi antik şehir Teotihuacan’da yapılan çalışmalarda bir robot yardımıyla mühürlü bir tünel bulundu. Tünelin ibadet amacıyla kullanıldığı sanılıyor.
                NASA’nın gönderdiği LCROSS uzay aracı Ay’ın derinliklerinde su buldu.

                Anti-Madde KeşfedildiAvrupa Nükleer Araştırma Merkezi (CERN) fizikçilerinin gerçekleştirdikleri bir deneyde, modern bilimin en büyük sırlarından biri olan "anti-madde"nin elde edilmesi ve saniyenin onda biri süresince hapsedilerek gözlemlenmesinin başarıldığı açıklandı.

                En Gösterişli Dinazor
                Utah’ta yapılan arkeolojik kazılarda “Kosmoceratops richardsoni” adı verilen bir dinozor türü bulundu.
                Dinozorun kafasında toplam 15 boynuz bulunuyor ve Kosmoceratops bugüne kadar keşfedilen en dikkat çekici başa sahip dinozor olarak niteleniyor.
                Bu dinozorların, bundan 68 ila 99 milyon yıl önce, Tebeşir ( Kretase) döneminin sonlarında, "kayıp kıta" Laramidia’da yaşadıkları tahmin ediliyor.
                Yayımlanan bulgulara göre dinozorlar, tropikal iklime yakın ve bataklıklı bir ortamda yaşıyorlardı

                Yorum yap

                • #9

                  İyi anne olmak sonlarını getirdi

                  Yeni araştırmaya göre, uzun geceler nedeniyle yavrularını bugün yaşayan fillere göre üç yıl daha fazla emzirmek, yünlü mamutların yok olmasına zemin hazırladı.


                  Batı Ontario Üniversitesi’nden gelen yeni araştırmanın sonuçları, bundan 150.000 ila 40.000 yıl önceki Pleyistosen devri sırasında kutup dairesinin kuzeyinde kalan bölgede yaşamlarını sürdürmüş olan mamutların, şartlara uyum sonucu geliştirmiş oldukları daha uzun süreli bebek bakımı davranışlarının, kendi sonlarını hazırlamış olabileceğini öne sürüyor.
                  Yetişkin ve bebek mamutlara ait dişlerin kimyasal bileşimini inceleyen Jessica Metcalfe, Kanada’nın Yukon Bölgesi’ni bir zamanlar mesken tutmuş olan yünlü mamutların iki ya da üç yaşına gelinceye kadar , bitki ve diğer besinlerle beslenemediklerini belirlemiş. Bu uzatılmış emzirme süresinin de, kama dişli leopar gibi avcı hayvanların aktiviteleriyle birlikte mamutların sonlarını getirdiği görüşünde.

                  Metcalfe, günümüz Afrika’sında aslan gibi avcıların erişkin fillere dokunamasalar da yavruları öldürdüklerini, bunu da görme yeteneklerinin iyi olması nedeniyle özellikle gece saatlerinde gerçekleştirdiklerini belirtiyor, “Bugün Myanmar’daki fil ölüm nedenlerinin başında yetersiz anne sütü üretimi geliyor. Yünlü mamutlarsa özellikle kış dönemlerinde, süt verme ve bebek bakımının gerektirdiği metabolik ihtiyaçlar ve uzun süren gece saatleri nedeniyle, avcı hayvanlar ve insanlar ile sert iklimsel şartlara daha duyarlı hale gelmişlerdi. Uzun bebeklik dönemi yavruları avcılara karşı daha savunmasız hale getirirken, vejetasyondaki değişiklikler nedeniyle annelerin süt üretiminde zorlanmış olmaları da muhtemel. Bu da süte bağımlı bebekleri başka besin alamamaları nedeniyle tehlike altına sokuyordu."

                  Araştırmacılar, bu tip eski dönem hayvanlarının yok oluş nedenlerini tam olarak aydınlatabilmenin, bugün tehlike altında olan canlılara daha verimli bir şekilde yardım edebilmemize olanak sağlayacağı görüşünde birleşiyorlar.

                  Yorum yap

                  • #10

                    Öldükten sonra dirilen savaş gemisi

                    Ordu'da dünya denizcilik tarihinde batırıldıktan sonra çıkarılarak yeniden savaşan tek savaş gemisi olan Rusumat gemisinin hikayesi beyaz perdeye taşınıyor.

                    Türkler Anadolu'yu Batı'ya karşı elde tutmak için sadece gemileri karada yürütmedi. İstanbul'un Fethi'nde Fatihin gemileri karadan yürütmesinden sonra İstiklal Harbi'nde de Ordu'da Rusumat gemisi peşindeki düşman savaş gemisinden kurtulmak için önce batırıldı sonra yeniden denizden çıkarılarak savaşmaya devam etti. İstiklal Harbi'nde Karadeniz'de görevlendirilen ve çok büyük boyutlarda olmayan Rusumat No:4 gemisi Doğu Cephesi'nde Ermenilerden kazanılan cephanenin Karadeniz üzerinden Batı Cephesi'ne taşınması dahil pek çok önemli görev yer aldı.

                    Rusumat 1921'in Ağustos ayında Batum'dan aldığı cephanelik ile yola çıktı. Yunan savaş gemileri İngiliz gemileri ile birlikte Karadeniz'de bulunuyordu. Yunan savaş gemilerinden Dafni, Rusumat'ın peşine düştü. Bunun üzerine Ordu'da önce geminin taşıdığı cephane karaya taşındı sonra gemi batırıldı. Dafni'nin ayrılmasından sonra gemi sudan çıkarıldı, fındık yağı ile yağlandıktan sonra cephanesini alarak görev devam etti. Bir süre sonra ise Rusumat Giresun'un Eynesil açıklarında batırıldı.

                    Rusumat gemisinin bu hikayesi önce belgesele ardından da film yapılacak. Her iki çalışmayı da Gazi Üniversitesi Öğretim Görevlisi İbrahim Dizman yürütüyor. Filmi ise kendisi de Ordulu olan ve başarılı reklam çekemleri ile Türkiye tarafından tanınan Uğurcan Aataoğlu yapacak. Rusumat belgeselin 1, filmin ise 2 yıl içinde tamamlanması planlanıyor.

                    Gazi Üniversitesi Öğretim Görevlisi İbrahim Dizman, daha önce kayıp olarak bildikleri Rusumat gemisinin seyir defterini de bulduklarını belirterek, "Bu bizim işimizi daha da kolaylaştıracak. Rusumat gemisinin sadece 4 personelinin adını biliyoruz. Bu olay aslında uzun zaman örtülü kalmış. Gemi Kaptanı Mahmut Gökbora'nın çok sonraları bir gazeteye bazı anılarını anlatmış. Bu da önemli bir kaynak." dedi.

                    Rusumat gemisini dünya denizcilik tarihinde geçiren olayın batırıldıktan sonra yeniden çıkarılarak harbe devam etmesi olduğunu aktaran Dizman, o dönemin Ordu'unun sosyal gerçeklerini de anlatarak içinde bir aşk hikayesinin de geçtiği olay sile olaylar dizisini anlatacaklarını belirtti. Dizman, uzun zaman bu olayın ilginç bir biçimde örtülü kaldığını belirterek, gemi personelinden sadece 4 kişinin adının bilindiğini sözlerine ekledi.

                    Rusumat ilk kez görüntülenecek

                    Önce batırılan sonra da çıkarılarak savaşa devam eden Rusumat, ilk kez görüntülenecek.

                    Dünya denizcilik tarihinde batırıldıktan sonra çıkarılarak yeniden savaşan tek savaş gemisi olan bu yönü ile de harp ve denizcilik tarihine geçen Rusumat gemisinin batırılışından 90 yıl sonra ilk kez görüntüleneceği bildirildi.

                    İstiklal Harbi'nde Karadeniz'de görevlendirilen ve çok büyük boyutlarda olmayan Rusumat No 4 gemisi Doğu Cephesi'nde Ermenilerden kazanılan cephanenin Karadeniz üzerinden Batı Cephesi'ne taşınması dahil önemli bir görevde yer aldı.

                    Rusumat 1921'in Ağustos ayında Batum'dan aldığı cephanelik ile yola çıktığında Yunan savaş gemileri de İngiliz gemileri ile birlikte Karadeniz'de bulunuyordu. Yunan savaş gemisi Dafni, Rusumat'ı izleyince bunun üzerine geminin Ordu'da önce yükü olan cephane karaya taşındı sonra da batırıldı. Dafni'nin ayrılmasından sonra gemi sudan çıkarıldı, fındık yağı ile yağlandıktan sonra cephanesini alarak görev devam etti. Bir süre sonra ise Rusumat, Giresun'un Eynesil açıklarında batırıldı.

                    Gazi Üniversitesi Öğretim Görevlisi İbrahim Dizman, Ordu Belediyesi işbirliği ile Giresun'un Eynesil açıklarında bulunan geminin bir dalgıç yardımı ile ilk kez görüntüleneceğini belirterek, bu görüntüleri hazırlıkları devam erden Rusumat Belgeseli'nde kullanmayı arzuladıklarını bildirdi. Dizman, batığın yerinin büyük oranda bilindiğini, seyir defterinde enlem boylam derecelerinin kayıt edildiğini sözlerine ekledi.

                    Batırıldıktan sonra çıkarılarak yeniden savaşa devam ettiği için 'ölüp dirilen gemi' olarak da adlandırılan Rusumat'ın mart-mayıs arası bu bahar 90 yıl sonra ilk kez görüntülenmesi gerçekleşecek

                    Yorum yap

                    • #11

                      Hititlerin'in mirası gün ışığı gördü

                      İlk kez 1930 yılınhda kazma vurulan Aslantepe ören yerinde kuş başlı insan figürü bulundu.



                      İlk kazıların 1930 yılında Fransızlar tarafından başlatıldığı Malatya'daki Aslantepe ören yerinde bu yıl yapılan kazılarda aralarında başı ve ayakları kuş şeklinde olan 2 insan figürünün de bulunduğu 21 eser gün ışığına çıkarıldı.

                      Malatya İl Kültür ve Turizm Müdürü Derviş Özbay, AA muhabirine yaptığı açıklamada, İtalyan La Spienza Üniversitesi öğretim üyesi ve Aslantepe Kazı Başkanı Prof. Dr. Marcella Frangipane'nın uzun yıllardır Aslantepe Höyüğü'ndeki kazılarına devam ettiğini söyledi.

                      Bu yıl kazıların höyüğün bir kaç noktasında yapıldığını ifade eden Özbay, 4 ay süren kazılarda önemli buluntuların ortaya çıkarıldığını belirterek, şunları kaydetti:

                      "Bu yılki kazılarda 21 eser çıktı. Özellikle başı ve ayakları kuş şeklinde olan 2 insan figürü bulundu. Rölyef şeklinde. Bu rölyef Malatya Arkeoloji Müzesine getirildi. Temizliği yapıldıktan sonra teşhire sunuldu. Bir de kanatlı cin ortostatı (Kabartmalı taş blok ve levhalar) bulundu. Rölyef şeklinde. Bu da müzemize getirildi. Gerekli temizlikleri ve bakımı yapıldıktan sonra müzenin girişinde sergilenmeye başlandı."

                      Özbay, kazılarda ayrıca silindir üzerinde keçi heykeli, iki silindir mühür, dört ok ucu, delik açma aracı, yaka iğnesi, delikli silindir küp, baskı mühür, küçük değirmen taşı, iki düzleme taşı, dövme taşı, küpe, kase, meyvelik ve tencere olmak üzere toplam 21 adet buluntu çıkarıldığını belirtti.

                      Aslantepe'nin "Geç Hitit" dönemi açısından önemli merkezlerden biri olduğunu anlatan Özbay, buluntuların ise MÖ 1500'lü yıllara tarihlendiğini ve bu tarihin de "Geç Hitit" denk geldiğini bildirdi.

                      Höyüğün güneyindeki kalkolitik dönemden kalan ve MÖ 3 bin 300 dönemlerine tarihlenen kerpiç sarayın dünyanın ilk sarayı olduğunu dile getirerek, şöyle konuştu:

                      "Höyüğün güneyindeki sarayın açık hava müzesine dönüşmesi için çalışmalarımız devam ediyor. Amacımız Aslantepe Ören Yerini turizme kazandırmak. Dünyanın ilk sarayı olarak bilinen bu sarayın üstünün kapatılması ve sarayın bulunduğu alanın açık hava müzesi olmasıyla ilgili bir ihale yapmıştık. Bu yıl bu çalışma büyük oranda tamamlandı. Aslantepe Höyüğünün etrafının çevrilmesi, yolunun güzelleştirilmesi ilgili bazı çalışmalarımız vardı. Bunun için Kültür ve Turizm Bakanlığı 300 bin lira ödenek gönderdi. İl Özel İdaresi tarafından gerekli çalışmalar yapılarak bitme aşamasına getirildi."

                      Yorum yap

                      • #12

                        3 bin yıllık mezar odası ilk kez görüntülendi (Resimli)

                        Van Kalesi'nin batı bölümünde kilitli kapılar arasında yer alan, Urartu Kralı I. Argişti ve ailesine ait 3 bin yıllık mezar odaları ilk kez görüntüledi.

                        Doğu Anadolu Bölgesi'nde M.Ö. 6. ve 9. yüzyıllarda hüküm süren Urartu Krallığı'nın en görkemli yapıları, bu medeniyete 'Tuşpa' adıyla başkentlik yapan Van'da bulunuyor. Van Gölü kıyısında sarp kayalıklar üzerine kurulu 1800 metre uzunluğunda ve 80 metre yüksekliğindeki kale, Urartu mimarisinin en önemli eserleri arasında gösteriliyor.

                        3 bin yıllık medeniyetin ayak izlerini taşıyan Van Kalesi, her yıl çok sayıda yerli ve yabancı turist tarafından ziyaret ediliyor. Ancak kalenin batı ucunda yer alan Urartu Kralı I. Argişti ve ailesinin mezar odaları ziyaretçilere kapalı bulunuyor.

                        Anadolu Ajansı için kapıları açılan mezar odalarıyla ilgili bilgi veren Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi (YYÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Rafet Çavuşoğlu, Urartu Kralı Argişti'nin 3 bin yıl önce babası Minua'dan sonra M.Ö. 786-764 yıllarında tahta oturduğunu söyledi.

                        Kral I. Argişti'nin ölümünün ardından Van Kalesi'nde ''Horhor Mağara'' denilen kaya mezarına gömüldüğünü belirten Çavuşoğlu, ''Mezar, Van Kalesi'nin batı ucunda yer almaktadır. Urartu mimarisinin en nitelikli tasarım ve işçiliğine sahip olan mezar odasına, yukarıdan 24 basamaklı bir merdivenle inilmektedir'' dedi.

                        Kral Argişti'nin mezar odasındaki duvardaki ''Horhor Kroniği'' denilen Urartu yazıtının dikkat çekici olduğunu ifade eden Yrd. Doç. Dr. Çavuşoğlu, 5 ayrı bölümden oluşan yapıyla ilgili şu bilgileri verdi:

                        ''İç odalara açılan kapılar arasındaki boşluklarda, meşale veya mezara bırakılan hediyelerin asılması için açılmış çivi delikleri bulunmaktadır. Ana salonun yan duvarlarında ve karşı duvarında 2 kapıyla, toplam 4 iç odaya geçilmektedir. Tüm odaların duvarlarında 4'er niş yer almaktadır. İç odalardaki nişlerin ve kapıların konumları ile oda boyutları birbirine benzemektedir.''

                        Kral ve ailesinin mezar odalarındaki salonda dinsel tören yapıldığını, değerli eşyaların da yan odalara gömüldüğünü anlatan Çavuşolu, mezar odalarının 17. yüzyıla ait Osmanlı planında ve Evliya Çelebi'nin seyahatnamesinde mağara olarak tanımlandığını, Osmanlı döneminde ise cephanelik, erzak
                        deposu ve atölye olarak da kullanıldığını sözlerine ekledi.







                        Yorum yap

                        • #13

                          Efsane aslında gerçek mi?

                          Yüzyıllardan beri anlatılagelen, Mezopotamya topraklarında doğmuş Şahmeran efsanesine benzer bir olayın Endonezya'da yaşandığı iddia ediliyor.

                          Bir video paylaşım sitesinde yayınlanan bu görüntüye göre, Endonezya ile Malezya kültürü ve mitolojisinde rastlanan gizemli bir yaratık olan Jenglot, Endonezya'da görüntülendi.

                          Endonezya'nın güneydoğusundaki bir köyde görüntülendiği belirtilen ilginç yaratık, köylüler tarafından öldürüldü.


                          Mitlerde insan, balık ve yılana benzetilen yaratığın, yaklaşık 15 cm uzunluğunda olduğu, yüzünün ve saçlarının insana benzediği görülüyor.

                          video:

                          Yorum yap

                          • #14

                            4 bin yıllık şehir bulundu!

                            Çin'in orta kesimindeki Hınan eyaletinde iki antik kente ait kalıntılar bulundu.


                            Şinhua ajansının haberine göre, Hınan eyaleti Kültürel Miraslar İdaresi Başkan Yardımcısı Ma Şiaolin, bulunan kentlerin 4 bin yıl öncesine ait olduğunu söyledi.

                            Uzmanlar, yapılan son keşiflerin erken dönemlere ait kültürler, kentler ve milletlerin kökenine ışık tutacağı değerlendirmesinde bulunuyor.

                            Bulunan antik kentlerden birinin Şia Hanedanlığı (M.Ö 2100-M.Ö 1600) dönemine ait bir kabile devleti, diğerinin de erken Şang Hanedanlığı (M.Ö 1600-M.Ö 1100) dönemine ait bir askeri kent olabileceği kaydedildi.

                            Vangcinglou kalıntı bölgesinde keşfedilen iki şehrin de dörtgen şeklinde olduğu belirtilirken, antik kentlerin toplam 1.68 milyon metrekare alan kapladığı bildirildi.

                            Yetkililer askeri kentin 2 bin metrekare civarında bir girişi bulunduğunu ve keşfin en eski giriş olduğunu ifade etti.

                            Kalıntılar arasında şehir surları, kale hendekleri, yollar ve mezarların da bulunduğu kaydedildi.

                            Yorum yap

                            • #15

                              Dünyanın en büyük mağarası ile tanışın!



                              Vietnam'da bulunan Hang Son Doong mağarası, dünyanın en büyük mağarası ve içine şehrin tüm yollarını alabilecek kadar geniş.

                              Sadece yirmi yıl önce keşfedilen mağaradaki kapsamlı incelemelere yeni başlandı. Mağara, belkide dünyanın en büyük yeraltı geçidi ve 40 katlı bir binayı içine alabilecek kadar yüksek.

                              "Garden of Edam" olarak adlandırılan bu orman, önceleri ışığı geçiren mağaranın çöken çatısı altında gelişmiş ve muhtemelen bir mağaranın içinde bulunan en büyük orman.



                              Yorum yap

                              Hazırlanıyor...
                              X