• If this is your first visit, be sure to check out the FAQ by clicking the link above. You may have to register before you can post: click the register link above to proceed. To start viewing messages, select the forum that you want to visit from the selection below.

Duyuru

Gizle
No announcement yet.

Sağlık gündemindeki yeni gelişmeler

Gizle
X
 
  • Filtrele
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Sil
new posts
  • #46

    Vitaminler kış aylarının gelmesiyle beraber vücut direncimiz için destekleyiciler haline geldi. Belirli miktarda alınan vitaminler vücudumuza yarar sağlarken bilinçsiz kullanım sağlığımızı tehdit ediyor. Emsey Hospital’dan Beslenme ve Diyet Uzmanı Dyt. Evnur Saray vitamin kullanımı ve yararları hakkında bilgi veriyor.

    Vitamin takviyelerini alırken dikkat etmemiz gereken noktalar

    Son günlerde sürekli gündemimizde olan konulardan biri de 'bilinçsiz vitamin kullanımı'. Neden mi bu konu dediğinizi duyar gibiyim. Son yıllarda yapılan araştırmalarda hangi vitamin neye yarar değil de, hangi vitaminden bilinçsiz tüketirsek zararlarının neye yol açacağı araştırılmaktadır. Çünkü gitgide vitamin takviyelerine ilgi artmakta ve bilinçsiz tüketim baş göstermektedir. Bana gelen danışanlardan da edindiğim bilgiler bu yöndedir. Örneğin, D vitaminim eksik çıktı 1 kutu aldım ve bitirdim veya son günlerde unutkanlığım çok arttı, arkadaşım iğnesini almış iyi geleceğini söyledi ve ben de aldım veya kış ayları geldi her gün düzenli olarak C vitaminimi alıyorum vb...

    Dikkat edilmesi gereken hususlar

    **Gerekli olan vitaminler ve miktarları doktor ve diyetisyen kontrolünde belirlenmelidir. Eğer herhangi bir hastalığınız yoksa, doktorunuz veya diyetisyeniniz önermemişse supleman kullanmayın.

    **Büyüme ve gelişme çağında, hamilelikte, ileri yaşlarda, kronik hastalığı olanlarda, alkolizmde eksikliği belirlenen vitaminler kullanılmaktadır.

    **Vitaminlerin tavsiye edilen günlük miktarları “RDA†olarak tanımlanmaktadır. Bu değerler vitaminlerin etiket bilgilerinde yer almaktadır.

    ** bazı hastalıklarda kişiye daha yüksek oranda vitamin tavsiye edilir; ayrıca ilaçlar vitaminlerin aktivitelerini engelleyebilir. Gerekli görülen miktar kişiden kişiye farklılık gösterebileceğinden mutlaka doktor veya diyetisyen kontrolünde olunmalıdır.

    NOT: Son yapılan araştırmalarda genellikle sosyoekonomik ve sosyokültürel düzeyden yüksek olanlarda bilinçsiz tüketim daha çok bulunmuştur. Aman dikkat

    Bilinçsiz vitamin kullanımı hastalıklara yol açabilir!

    1.A Vitamini Fazlalığı: Antioksidan bir vitamindir. Vücutta birikip karaciğer zehirlenmelerine yol açabilir. Klinik çalışmalarda akciğer kanseri gelişme riski olan kişilerde (genetik, sigara tüketimi, kanserojen maddeye mazur kalma vb...) yüksek doz beta karoten alımının kansere yakalanma riskini artırdığını ortaya koymuştur.

    2.B Vitamini Fazlalığı: Belirtileri, hissizlik, cilt rahatsızlıkları, gözlerde ışık hassasiyeti, uykusuzluk, bitkinlik, baş ağrısı, çarpıntı, ishal şeklinde görülebilir. B6 vitamininin de uzun süreli yüksek dozda alımı ise kimi zaman kalıcı sinir hasarlarına neden olabilmektedir. ABD'de yapılan araştırmada aşırı vitamin kullanımı ile ilerlemiş prostat kanseri arasında bağlantı olduğu doğrulanmıştır.

    3. K vitamini fazlalığı; kanın pıhtılaşmasında ve yıkılmasında problemler yaratabilir.

    4-C Vitamini Fazlalığı: antioksidan bir vitamindir. Soğuk algınlığı, grip gibi hastalıklarda ilk başvurulan C vitamini tüketimi olmaktadır. Ancak yüksek dozda C vitamini alınması oksalat taşları oluşturabilmektedir. C vitamini mide asidini artırdığı bilinmektedir. Anemik hastalarda demirle birlikte C vitamini alınması önerilir; ancak demir birikimi olan ve hemolitik anemilerde C vitamini önerilmemektedir.

    5-D vitamini Fazlalığı: Antioksidan bir vitamindir. Vücutta; kanser oluşumunu ve gelişimini önlemede, kilo kontrolünü sağlamada, bağışıklık sistemini güçlendirmede, kalsiyum ile birlikte metabolizma hızını arttırmakta görevlidir.

    Fazlalığında kanda kalsiyum yükselmesine, böbrek hastalıklarına, damar sorunlarına, böbrek taşlarına neden olabilir. Toksisite yani zehirlenme belirtileri kemik ağrısı, kabızlık, ağız kuruluğu, sürekli baş ağrısı, susuzluk, iştahsızlık, düzensiz kalp atışı, kas ağrısı, ağızda metalik tat, bulantı, kusma şeklindedir. Kronik toksisite kemik ağrısı, idrarda bulanıklık, gözlerde kızarma, gözlerin ışığa hassasiyetinde artma, şiddetli mide ağrısı problemlerle kendini belli edebilir.

    6-E vitamini fazlalığı; antioksidan bir vitamindir. Kanın pıhtılaşmasını önler. Özellikle kan sulandırıcı ilaç kullanan hastalara önerilmez. 1 gramın üzerindeki dozlarda bulantı, gazlanma ve ishal yapabildiği bildirilmiştir.

    Mucizevi bir çözüm yok!

    Sonuç olarak sağlıklı beslenmeyi kendi hayat standartlarımıza göre dengeleyip, uyarlayıp, kendimizi de mutsuz etmeden bir alışkanlık haline getirmeliyiz. Mucizevi bir çözüm yoktur ve muhakak doktorunuzun veya diyetisyeninizin istediği kan tahlilleri ışığında, mevcut olan hastalıklara göre yine doktor ve diyetisyen yönetiminde vitamin takviyeleri dozunda kullanılmalıdır.

    Yorum yap

    • #47

      Kimi zaman geçici burun tıkanıklığına bağlı ya da gırtlak kıkırdaklarının yumuşak olmasından kaynaklı geçici boğaz hırıltıları da olabilir. Liv Hospital Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Emre Çenesiz hırıltının nedenleri ve tedavisini anlattı.

      Hırıltının sebepleri nelerdir?

      Hırıltının nedenleri bronş(oil)lerde oluşan tıkanmadır. Bu nedenden dolayı zorlanarak giren çıkan hava ıslık sesine benzer bir ses çıkarmaya başlar. Çocuğunuzun bu durumda oksijen alımını artırmak için daha hızlı ve daha sık bir şekilde nefes almaya başladığını fark edebilirsiniz. Anne babalar bu durumu genelde çocuğum sanki karnından nefes alıyor gibiydi diyerek tanımlar.

      Nasıl fark edilir?

      Hırıltı nefes almak birden fazla bulguyla beraber oluşabilir:

      Çocuktaki nefes sayısının artması

      Çocuğun daha çok nefes alabilmek için burun kanatlarının açılıp kapanması

      Aynı nedenden dolayı kaburga kasları ve diyagramın etrafındaki kasların kasılıp gevşemesi

      Daha çok nefes verirken görülen hırıltı, göğse bastırılması ile kedi mırıltısına benzer.

      Hırıltıya karşı evde neler yapabilirsiniz?

      Çocuklarda hırıltı genelde viral enfeksiyonlar kaynaklı olduğundan, yakın temastan kaçınılmalı, evde sık sık eller yıkanmalı. Ev ortamı temiz tutulmalı, sigara dumanı, kimyasal hava kirleticiler olmamalı, odanın nemi 40-45 derece, sıcaklık 22-24 derece arasında olmalıdır. Sıvı alımını artırmak, burun ve boğazdaki sekresyonları temizlemek önerilir.

      Bebeklerde hırıltı görülürse ne zaman doktora gidilmelidir?

      Öksürük çocuğun uykusunu, beslenmesini etkiliyorsa, hızlı nefes alıp veriyorsa, ateş eşlik ediyorsa, üst üste öksürüp ardından kusuyorsa, hafif başlayıp giderek şiddetlendiyse, spazmatik öksürük veya krup dediğimiz boğuk öksürük varsa doktora mutlaka başvurulmalıdır. Viral enfeksiyon kaynaklı rahatsızlıklar bulaşıcı olduğu için çocuklarda hırıltı varsa gerekli önlemlerin alınmasını, olası bulaşıcılığı önlemek için hastalık sırasında çocuklar okula gönderilmemelidir.

      Yorum yap

      • #48

        Koah’ta En Büyük Hasar İlk 5 Yılda Oluyor

        Büyük oranda tütün maruziyetine bağlı ortaya çıkan KOAH (Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı), kişiye yansıması daha geç olduğu için ilk başta fark edilmiyor. Aslında öksürük, balgam gibi belirtileri olan KOAH, ancak hareket etmeyi engelleyecek kadar nefes darlığı hissedildiğinde önemseniyor. Oysa akciğerlerin en büyük hasarı ilk 5 yıl içerisinde aldığını belirten Acıbadem Taksim Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Öner Dikensoy, “Bu yüzden sigaraya hiç başlamamak ya da ilk başlanıldığı sıralarda bırakmak, KOAH’ın önlenmesinde çok önemli†diye konuşuyor.



        Ülkemizde yetişkin nüfusun yüzde 15-20’sini etkileyen KOAH, kronik hastalıklar içerisinde en çok hastaneye yatış sebebi. Şu anda dünyada en sık görülen 4. ölüm sebebi olan KOAH’ın 2020 yılında 3’üncü sıraya yükselmesi bekleniyor. Öte yandan tedavi edilen ve önlenebilir bir hastalık olan KOAH’ın göz ardı edilen en önemli özelliği; henüz sigaraya başlanan ilk yıllarda akciğerlerde büyük hasarlar meydana getirmesi. Ancak kişiye yansımasının daha geç olduğunu söyleyen Prof. Dr. Öner Dikensoy, 40’lı yaşlardan sonra şikayetlerin arttığından bahsediyor. O yaşa kadar kişinin öksürük, balgam gibi belirtileri olsa da önemsemediğini belirten Prof. Dr. Öner Dikensoy, “Sigara içen kişi, uzun bir süre 40-45 yaşına kadar bir sıkıntı yaşamadığı için hiç yaşamayacağını düşünerek bırakmak istemiyor†şeklinde konuşuyor. Prof. Dr. Öner Dikensoy, KOAH’ta erken tanının önemine dikkat çekerek, “40 yaşın üzerinde sigara içen herkesin muhakkak solunum fonksiyon testi yaptırması lazım†uyarısında da bulunuyor.



        İlk adım sigarayı bırakmak

        KOAH’ta hastalık hangi evrede olursa olsun, tedavide ilk yapılması gereken şey sigarayı bırakmak. Çünkü yapılan bütün çalışmalar gösteriyor ki kişi hangi tedaviyi alırsa alsın, sigara içmeye devam ettikçe akciğer fonksiyonlarındaki azalma bütün hızıyla devam ediyor. Oysa KOAH geçmişi olan kişi, sigarayı bıraktığı andan itibaren akciğer fonksiyonlarındaki düşüş hızı yarı yarıya iniyor. KOAH’lı bir kişide 50-100 ml gibi bir akciğer kapasitesinin bile son derece önemli olduğunu belirten Prof. Dr. Öner Dikensoy, sigarayı bırakmanın KOAH’lı hastalarda yaşam kalitesini yükseltecek en önemli etken olduğunu söylüyor. Sigarayı bırakmanın bir diğer faydası ise; hava yolu darlığı olan KOAH’lı hastalarda sigaranın yaptığı bazı etkilere karşı... Örneğin aşırı balgam dediğimiz mukus salgılaması, sigarayı bırakan kişilerde bir süre sonra azalıyor. Azalma olduğu için akciğerdeki o mukusa bağlı tıkanıklık da böylece azalmış oluyor.



        Düzenli grip aşısı şart

        KOAH’lı hastaların yaşam kalitesini artırmada aşılama çok önemli. Prof. Dr. Öner Dikensoy, KOAH hastalarının, özellikle kış dönemlerinde viral enfeksiyonlar sebebiyle sık sık hastaneye yatmak zorunda kaldıklarını belirterek, “KOAH’lı hastalarda basit bir viral enfeksiyon bile tablonun ağırlaşmasına, bazen hastanın yoğun bakımlık olmasına sebep olabiliyor†diyor. KOAH hastalarını özellikle gribe karşı uyaran Prof. Dr. Öner Dikensoy, gripten korunmak için düzenli olarak aşı yaptırmanın önemli olduğunu dile getiriyor. Zamanlaması konusunda “Ekimin ilk haftasından önce yaptırılmalı. Fakat grip salgınının Nisan ayına kadar devam ettiği düşünülürse hala vakit var†diyen Prof. Dr. Öner Dikensoy, düzenli olarak her yıl yaptırılan aşının koruyucu etkisinin daha fazla olduğunun altını çiziyor.



        Bu tedavi yaşam kalitesini artırıyor

        Özellikle orta ve ileri derecedeki KOAH’lı hastalarda, nefes darlığından dolayı daha az hareket etme ve evde kalma isteği görülebiliyor. Bu davranışın nefes darlığı hissini ve kaslarda zayıflamayı artıracağını belirten Prof. Dr. Öner Dikensoy, bu tür hastalarda ‘pulmoner rehabilitasyon’ denen bir tedavi şekli uygulanabileceğinden bahsediyor: “Pulmoner rehabilitasyon, kişinin solunum kalitesini artırmaya yönelik bir tedavi programı. Kişiye doğru nefes alışkanlıkları kazandırılarak, daha iyi nefes alıp vermeleri amaçlanıyor. Ayrıca yürüyüş, aerobik, ağırlık kaldırma gibi egzersizlerle zayıflayan kaslar güçlendiriliyor.â€

        Pulmoner rehabilitasyonun bir diğer ayağı ise; doğru beslenme. KOAH’lı hastaların beslenmesinin düzenlenmesi gerektiğini de söyleyen Prof. Dr. Öner Dikensoy, bunun nasıl yapılabileceğini ise şöyle anlatıyor: “Günde 5-6 öğünden oluşan, 2 bin kalorilik bir beslenme planı oluşturulmalı. Kişi sık ve az beslenmeli. Alacağı kaloriyi de karbonhidrattan değil protein ve yağdan karşılamalı.â€

        Yorum yap

        • #49

          Sağlıklı bireyler yetiştirmek için anne babalara veya diğer aile büyüklerine büyük görevler düşmektedir. Bu nedenle ebeveynlerin çocuk yemekleri konusunda hassas davranmaları ve sağlıklı beslenme sistemlerine uymaları gerekmektedir.

          Yetiştirme konusunda sağlıklı beslenme ve sağlıklı bir yaşamın nasıl olduğunu öğretme aile büyüklerine düşmektedir. Bu bilinçle yetiştirilmiş ve sağlıklı beslenmiş olmasına yönelik doğal ve vücudun ihtiyaç duyduğu besinlerin tüketilmesini sağlamak çocuk yemekleri arasından etkili tercihler yapmanız anlamına gelmektedir.

          Doktorlar, gıda mühendisleri ve birçok kişi sağlıklı beslenmenin sıralarını açıklamaktadır. Diğer taraftan besin değeri yüksek olmamasına rağmen çok sevilen besinler bulunmaktadır. Bu besinlerin sağlıklı ve yüksek besin değerine sahip kıvama getirilmesi için http://www.makarnalutfen.com/saglikli-beslenme linki üzerinden daha kapsamlı ve farklı bilgilere erişmeniz sağlanmaktadır. Negatifi olumlu bir duruma getirmek böylece sağlanmaktadır. Beslenme alışkanlıklarının yerleştirilmesi ve bunun öneminin anlatılarak bilinçlendirilmesi çocuklar ve sağlıkları için hayat boyu fayda sağlamaktadır.

          Yorum yap

          • #50

            Tüketilen besinlerin doymuş yağ içeriği açısından zengin olması da kalp hastalığı riskini artırıyor. Dengeli beslenmek hem kalp sağlığını koruyor hem de kişiyi diğer hastalıklardan uzak tutuyor. Memorial Antalya Hastanesi Beslenme ve Diyet Bölümü’nden Dyt. Berna Ertuğ, doğru beslenme programı ile kalp hastalıklarından korunmanın yollarını anlattı.

            Bağışıklık sistemini desteklemek kalp sağlığınızı korur

            Kalp sağlığını korumak için düzenli ve dengeli bir beslenme programı uygulamak, özellikle kış aylarında çok önemlidir. Yeterli ve dengeli beslenmek için 4 ana grup besinlerin mutlaka tüketilmesi gerekmektedir. C vitamininden zengin gıdalara yer vermek vücut direncinin etkilenmemesi açısından önemlidir. Yeşil yapraklı sebzeler, biber, portakal ve kiviyi bolca tüketmek günlük C vitamini ihtiyacını karşılamada etkili olacaktır. Ayrıca bağırsak florasındaki süreç de beden sağlığı için çok önemlidir. Bu yüzden beslenme programında probiyotik tüketimine yer verilmelidir. Yoğurt, kefir, ayran gibi besinler tüketildiği zaman probiyotikten zengin beslenme sağlanmaktadır.

            Yemek pişirirken kullandığınız yağa dikkat!

            Besinlerin içerdiği yağ dışında yemekleri pişirirken kullanılan yağ tercihleri de kalp sağlığı açısından çok önemlidir. Tüm yemekler zeytinyağı ile pişirilmeli ama faydalı olduğu düşünülerek aşırı miktarda tüketilmesinden kaçınılmalıdır. Beslenme programında tahıl grubu olmazsa olmazlardandır. Özellikle tam tahıl grubunun tüketilmesi çok önemlidir. Beyaz ekmek yerine, tam tahıl içeren koyu renk ekmekler tercih edilmelidir. Pilav, pirinç yerine bulgurdan yapılmalıdır. Beslenme programında yulaf, çavdar, arpa gibi besin grupları ve kurubaklagil gibi tahıl grupları eksik edilmemelidir. Bu besinler, yüksek mineral, vitamin ve posa içerdiği için kalp sağlığını olumlu şekilde etkilemektedir.

            Meyve ve sebzeleri mevsiminde tüketin

            Besinlerin mevsimine göre tüketilmesi, bağışıklık sistemini güçlendirir, günlük vitamin ve minerallerin alınmasını sağlar. Mevsim dışında tüketilen meyve ve sebzelerde ekstra hormon ve kimyasal ürünlere maruz kalınabilmektedir. Eğer mevsiminde olmayan bir gıdayı tüketilecekse, dondurma yöntemi kullanılabilir. Örneğin domatesler mutfak robotundan geçirilerek konserve yapılabilir. Yaz mevsimindeki meyveler dondurularak, kışın da tüketilebilir. Aynı şekilde fasulye, kabak, patlıcan gibi sebzeler de dondurucuya konularak kış yemeklerinde kullanılabilir.

            Kalp sağlığını korumak için;

            Çok yağlı et tüketmeyin ve kırmızı et tüketiminin haftada ikiden fazla olmamasına özen gösterin
            Daha çok beyaz et ağırlıklı bir beslenme programı tercih edin
            Omega 3 içerdiği için kolestrol seviyesini olumlu etkileyen balık tüketin
            Süt ve süt grubuna günlük beslenmede yer verin, az yağlı ürünler tercih edin
            Yüksek posa içeren sebze ve meyveye beslenme programında mutlaka yer verin
            Omega 3, omega 6 ve E vitamini açısından zengin olan ceviz, fındık ve badem aşırıya kaçılmadan, kavrulmamış ve tuzsuz olarak tüketin
            İçerdiği yağ asitlerinden dolayı avokado ve likopen içerdiği için domatese beslenme programında yer verin
            Turuncu ve sarı renk besin grupları gibi A vitamini içeren sebze ve meyve tüketin

            Yorum yap

            • #51

              Liv Hospital Kardiyoloji Uzmanı Doç. Dr. Alp Burak Çatakoğlu, özellikle kış aylarında kalp-damar hastalıkları, kalbe bağlı ölümler ve kalp krizi oranlarının arttığına dikkat çekiyor. Doç. Dr. Alp Burak Çatakoğlu “Soğuk havada vücudumuzun daha fazla enerjiye ihtiyacı vardır. Sempatik sistemimiz daha fazla çalışır. Bu nedenden dolayı nabız ve tansiyon artma eğilimine girer, dolayısıyla kalbin üzerindeki yük artar. Kalp-damar hastalığına yatkın kişilerde bu faktörler kalp üzerindeki stresi arttırarak kalp krizini tetikler. Kış aylarında vücudumuzun hareketliliği azaldığından vücutta kilo artışı ve kolesterolde de artış gözlenir. Kış aylarında güneş ışığı azaldığı için vücudumuzdaki hormon düzeylerinde de değişiklikler olur” diyor.



              Bağışıklık genlerimiz iş başında

              Yapılan araştırmaya göre kış aylarında vücudumuzda bağışıklık sistemini kontrol eden genler aktif hale gelir. Bu genler güneş ışığını ve soğuk havayı algılar. Bu sayede enfeksiyonlarla vücudumuz daha güçlü mücadele eder. Özellikle mevsimler arası sıcaklık farklılıkları fazla olan ülkelerde bu genetik değişimler daha belirgin olmaktadır. 22.000 gen üzerinde yapılan bu incelemede, kış aylarında yaklaşık dörtte birinde aktivitenin arttığı gösterilmiş. İltihap hücreleri beklenenden fazla aktif hale geldiğindeyse bazı hastalar olumsuz etkilenebilir. Bunların başında kalp hastaları gelir.



              ÖNERİLERE UYUN HEM KALBİNİZİ HEM KENDİNİZİ KORUYUN

              Güne yavaş başlamak gerekir. Tansiyon özellikle sabah saatlerinde daha yüksektir. Güne yavaş ve huzurlu başlanırsa tansiyon ve nabız değerleri kendini gün içindeki koşturmacaya daha rahat adapte olacaktır.

              Soğuk havaya çıkarken vücuttan ısı kaybını azaltmak gerekir. En çok ısı kaybı baş ve ellerden olduğu için bir şapka ve eldiven ile kişi kendini korumalıdır.

              Kalın tek tabaka kıyafet giymek yerine ince birkaç tabaka kıyafet yine ısı kaybını engellemekte etkilidir.

              Soğuk havada sigara içmek kalp damarlarının büzüşmesini arttıracağı için oldukça tehlikelidir. Alkol tüketimini de azaltmak kalp sağlığı için önemlidir.

              Kış aylarında kilo almaya daha meyilli olunduğu için beslenmeye dikkat edilmelidir.

              Özellikle 65 yaş üstünde veya bilinen kalp-damar hastalığı olan kişilerde grip aşısı ve zatüre aşısının yapılması kalp krizi riskini azaltır. Bu kişiler daha hassas olduğundan dolayı, grip kalp üzerindeki yükü arttıracaktır. Grip aşı ile enfeksiyonlara karşı daha güçlü direnmek mümkün.

              Yorum yap

              • #52

                Düşük aktivite düzeyine eşlik eden hatalı beslenme alışkanlıkları; diyabet ve kalp hastalıklarının yanı sıra bazı kanser türleri gibi birçok hastalığa davetiye çıkarıyor.

                Kadınlarda en sık görülen kanser türlerinden biri olan meme kanseri de hatalı beslenme alışkanlığı, dolayısıyla yağlanmanın artışı ile ilişkili oluyor. Meme kanserinden korunmak için fiziksel aktivite düzeyini arttırarak vücuttaki yağ oranını azaltmalı ve doğru beslenmeyi alışkanlık haline getirmelisiniz. Dikkat etmeniz gereken bir başka önemli nokta da, meme kanserine karşı mücadelede ayrı bir önem taşıyan besinleri sofranızdan eksik etmemek. Acıbadem Fulya Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Melike Şeyma Deniz, meme kanserine karşı koruyucu etkileri nedeniyle düzenli olarak tüketmeniz gereken besinleri anlattı.

                1- Kükürtlü sebzeleri sofranızdan eksik etmeyin

                Tüm sebzeler antioksidan içerikleri sayesinde kansere karşı koruyucu özelliğe sahipler. Özellikle de keskin kokusu ve tadı ile bilinen brokoli, karnabahar ve lahana gibi kükürtlü sebzeler anti-kanser özellikleriyle ön plana çıkıyor. Yapılan çalışmalar, bu sebzelerin içerdikleri glukozinolat adı verilen bileşik sayesinde, çeşitli organlarda kanseri durdurucu etkiye sahip olabileceğini göstermiş. Bu nedenle; özellikle mevsiminde bu sebzeleri sofranızdan eksik etmemeye özen gösterin.

                Yorum yap

                • #53

                  - Günde 1 tatlı kaçığı zerdeçal

                  Zerdeçal kendisine sarı-turuncu rengini veren kurkumin sayesinde eklem iltihaplanması ve kalp hastalıkları gibi birçok farklı hastalık türüne karşı kullanılabiliyor. Kanser hücrelerinin de büyümesini ve yayılmasını engellediği düşünülen zerdeçalı günde 1 tatlı kaşığı kadar kullanabilirsiniz. Zerdeçalı; salata, yoğurt ve çorbalara ekleyebilir ya da yemekleri pişerken az miktarda yağ ile çevirerek tüketebilirsiniz.

                  3- C vitamininden zengin beslenin

                  Antioksidan vitaminler grubundan olan C vitamininin yetersiz alınmasının kanser oluşumu ile ilgili olabileceği düşünülüyor. Beslenme ve Diyet Uzmanı Melike Şeyma Deniz her gün portakal ve greyfurt gibi turunçgiller, domates ile biber gibi sebzelerin herhangi birini beslenme listenize mutlaka eklemeniz gerektiğine dikkat çekiyor

                  4- Balığı doğru tüketin

                  Genel sağlığımız üzerine birçok olumlu etkisi olduğunu bildiğimiz balık, meme kanserinden korunmada da olmazsa olmaz yiyeceklerden biri. Ancak, balıktan maksimum yarar sağlamak için bu formülü uygulamasınız: Haftada en az 2 kez balık tüketmeli, ızgara veya buğulama gibi doğru pişirme yöntemi uygulamalı, füme şeklinde olan işlenmiş balıkları tercih etmemelisiniz.

                  Yorum yap

                  • #54

                    5- Zeytinyağı tüketin

                    Zeytinyağı içerdiği E vitamini sayesinde hem kanser oluşumunu engelliyor, hem de bağışıklık sistemini güçlendiriyor. Yağ tercihinizi zeytinyağından yana kullanarak bu olumlu etkilerden faydalanabilirsiniz. Ancak, bir besin ne kadar sağlıklı olursa olsun porsiyon kontrolü yapmanın önemli olduğunu unutmayın ve zeytinyağı kullanım miktarlarınızı gözden geçirin.

                    6- Kurubaklagilleri unutmayın

                    Meme kanserinden korunmak için normal vücut ağırlığında olmak önemli. “Kuru baklagiller bu noktada bizlere yardımcı olan yiyeceklerin başında geliyor. “ diyen Beslenme ve Diyet Uzmanı Melike Şeyma Deniz sözlerine şöyle devam ediyor: “Kuru fasulye, nohut, mercimek gibi baklagiller içerdikleri posa sayesinde kan şekerinin dengelenmesine yardım ediyor ve tokluk süresini uzatıyor. Aynı zamanda bitkisel protein kaynağı olan bu grubu haftada 2-3 kez ister sıcak bir sulu yemek olarak isterseniz salatalarınıza haşlanmış şekilde ilave ederek tüketmenizde fayda var.“

                    7- Sarımsağı çiğ yiyin

                    Bilimsel çalışmalar, sarımsağın kalp, damar hastalıklarından koruyucu, bağışıklığı güçlendirici, ve kanserden koruyucu olduğunu gösteriyor. Bu olumlu etkileri ''allisin'' adı verilen bir bileşen sayesinde oluyor. Allisinin etkinliği için sarımsağın ezilip, çiğ yenilmesi gerekiyor. Sarımsağı yemeklerle birlikte pişirmek yerine ezerek pişen yemeğe sonradan eklemeyi deneyebilirsiniz.

                    Yorum yap

                    • #55

                      Boş kalori kaynaklarından uzak durun.

                      Yüksek şeker ve/veya yağ içeren hazır kek, kurabiye, tatlı, dondurma vb. tüm yiyecekler boş kalori kaynakları olarak adlandırılıyor. Boş kalori kaynakları hem kilo artışına neden olarak kanser oluşumunu dolaylı yoldan etkiliyor, hem de yüksek şeker içeriği nedeniyle oluşan kanser hücrelerinin büyümesini hızlandırıyor. Beslenme ve Diyet Uzmanı Melike Şeyma Deniz bu tarz yiyecekleri olabildiğince azaltmanız mümkünse hiç tüketmemeniz gerektiğine dikkat çekiyor.

                      Yorum yap

                      • #56

                        Acıbadem Maslak Hastanesi Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Tayfun Karahasanoğlu, kalın bağırsak kanserlerinin erken evrede yakalandığında tamamen tedavi edilebilir


                        Halen tüm dünyada en önemli sağlık sorunlarından biri olarak gösterilen kalın bağırsak kanserleri her yıl milyonlarca insanın hayatını tehdit etmeye devam ediyor. Öyle ki kalın bağırsak kanseri, kadın ve erkeklerde kansere bağlı ölüm nedenleri arasında üçüncü sırada yer alıyor. Çoğunlukla 50 yaş üstü kişilerde görülmesine rağmen son yıllarda genç insanlarda da rastlanıyor. Uzmanlar, kalınbağırsak kanserinin gençlerde görülme nedeninin kötü çevresel koşullar ve genetik faktörlerin yanı sıra tanı yöntemlerindeki gelişmeler sayesinde hastalığın daha erken saptanmasından kaynaklandığını belirtiyorlar. Erken tanı ise, hastalıkla mücadelede büyük bir avantaj. Çünkü

                        erken tanı ve başarılı bir tedaviyle yüz güldürücü sonuçlar alınabiliyor. Acıbadem Maslak Hastanesi Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Tayfun Karahasanoğlu, kalın bağırsak kanserlerinin erken evrede yakalandığında tamamen tedavi edilebilir bir hastalık olduğunu belirterek “Son on yıl içinde kalın bağırsak kanserlerinin tedavisinde kapalı cerrahinin yaygın olarak kullanılması ve bu alanda yaşanan gelişmeler de kanserli hastalara daha uzun ve kaliteli yaşam yolunu açıyor” diyor.



                        Tümörün tamamen alınması çok önemli!

                        Kalın bağırsak kanseri tedavisinde bağırsaktaki tümör ile birlikte hastalığın yayılabileceği lenf bezlerinin ve başka organlara tutulma varsa kanserli dokuların tamamen çıkarılması gerektiğine işaret eden Prof. Dr. Tayfun Karahasanoğlu, “ Tümör ve çevre dokuların temizliğinin mükemmel yapılması hastalığın seyri açısından son derece önemlidir” diyor. Prof. Dr. Tayfun Karahasanoğlu, başarılı sayılabilecek bir cerrahi sonrasında elde edilecek kazanımlar konusunda ise şunları anlatıyor: “Hastalığın tamamen ortadan kaldırılması zamanla tekrarlama olasılığını da en aza indiriyor. Kanserin evresi de en iyi bu şekilde tespit edilmesi sayesinde, gereken diğer onkolojik tedavilerde daha etkin sonuçlar alınabiliyor.



                        Kapalı cerrahi hastanın yaşam kalitesini artırıyor

                        Kalın bağırsak kanserlerinde mutlaka cerrahi yapılması gerektiğini belirten Prof. Dr. Karahasanoğlu, açık ve kapalı cerrahi yöntemlerinden hastaya ve hastalığa uygun olan tercih edildiğini belirterek özellikle halk arasında “kapalı ameliyat” olarak bilinen laparoskopik cerrahinin kalın bağırsak tedavisinde oldukça yaygın olarak kullanıldığını dolayısıyla hastanın yaşam kalitesinin de yükselttiğine işaret ediyor. Öyle ki, ABD Ulusal Verileri 2009-2012 arasında yapılan tüm kalın bağırsak ameliyatlarının yüzde 52’sinin açık, yüzde 46’sının laparoskopik ve yüzde 2’sinin robotik yöntemlerle yapıldığını gösteriyor. Avantajları nedeniyle giderek gelişen kapalı yöntemlerin, önümüzdeki yıllarda bağırsak cerrahisinde vazgeçilmez olacağı tahmin ediliyor.



                        Geçmişte kalın bağırsak kanseri ameliyatları hastanın karın bölgesinde açılan ve uzunlukları 40-50 cm'lik kesilerden yapılıyordu. Günümüzde ise kalın bağırsak kanserlerinin tedavisinde laparoskopik cerrahi, tek port (tek delikten) cerrahi ve robotik cerrahi gibi yeni yöntemlerin sıklıkla kullanıldığını anlatan Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Tayfun Karahasanoğlu, “Bu yöntemler ile ameliyatlar, hastanın karnında açılan 2-3 cm’lik küçük kesilerden yapılıyor. Bu sayede iyileşme sürecinde hasta bir çok avantaj kazanıyor.



                        Prof. Dr. Tayfun Karahasanoğlu, açık ve cerrahi yöntemlerin farklılıklarını ve hasta üzerinde etkilerini ise şöyle ifade ediyor: “Geçmişte kalın bağırsak kanseri ameliyatları hastanın karın bölgesinde açılan ve uzunlukları 40-50 cm'lik kesilerden yapılıyordu. Ancak açık cerrahideki büyük kesiler nedeniyle hastalar çok fazla acı duyuyor ve hastanede daha fazla kalmaları gerekiyordu. Günlük yaşama dönme süresi de uzun olan bu hastaların ek tedavi alması gerektiği durumlarda beklemesi gerekiyordu. Komplikasyon oranı da daha fazla olan açık cerrahide, hastaların yaklaşık yüzde10’unun ileriki yıllarda ameliyat yeri fıtığı ve yapışıklığa bağlı bağırsak tıkanıklığı nedeniyle tekrar ameliyat edilmesi gerekiyordu. Bugün sıklıkla kullandığımız kapalı cerrahi yöntemleri sayesinde hastanede yatış süresi belirgin olarak kısaldı. Hastalar çok daha az ağrı duyuyor ve ameliyat sonrası kısa sürede normal yaşantılarına dönebiliyor. Estetik görüntü çok iyi olduğu gibi ameliyatlardan sonra fıtık ve bağırsak tıkanıklığı nadiren görülüyor.”

                        Başarılı cerrahi hastalığın seyrini değiştiriyor

                        Kalın bağırsak kanserinin, cerrahi, kemoterapi, radyoterapinin yer aldığı multidisipliner bir şekilde tedavi edildiğini söyleyen Prof. Dr. Tayfun Karahasanoğlu, sözlerine şöyle devam ediyor: “Ana tedavi yöntemi olan cerrahi ile tümör, varsa metastazları tamamen çıkarılıyor. Tedavide, hastanın yaşı, genel sağlık durumu, kanserin evresi, tümörün bulunduğu yer, metastaz yapmışsa yayılma durumu gibi birçok faktör etkili oluyor. Hastanın aldığı tanıya göre de ameliyat öncesi veya sonrası kemoterapi ve/veya radyoterapi uygulanabiliyor.”

                        Yorum yap

                        • #57

                          Günümüzde harika spor merkezleri ve aksesuarları aklımızı başımızdan alıyor. Spor kıyafetleri, ayakkabılar, uzay üssüne girmiş gibi hissettiğimiz spor salonları her yerde… Oysa sadece tempolu yürüyerek bile harika şeyler gerçekleştirmek mümkün. “Günümüzdeki tüm korkutucu hastalıkların hareketsizlikten ve mutsuzluktan kaynaklandığını unutmayın ve sağlığınıza doğru yürüyün. Yürümek, spor yapmak sizi hem hareketlendirir hem de mutlu eder” diyen Üsküdar Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölüm Başkanı Doç. Dr. Defne Kaya, “neden yürümeliyim?” diye soranlar için günde 30 dakika yürümenin 7 harika sonucunu şöyle sıralıyor:



                          Günde en az 30 dakika yürürsek neler olur?



                          1. Ruh halinizi olumlu yönde geliştirir: Mevsim değişiklikleri ve özellikle de sonbahar aylarında depresyona daha çok meyilliyizdir. Yürüyüş, çikolatadan daha fazla mutluluk hormonu salgılamanızı sağlar. Üstelik kalorisiz.

                          2. Daha yaratıcı olursunuz: Experimental Psychology, Learning, Memory, and Cognition dergisinde 2014 yılında yayımlanan bir çalışma oturarak çalışanlara göre yürüyenlerin daha yaratıcı olduğunu söylüyor.

                          3. Kıyafetleriniz bol gelir: Evden işe, işten eve günde en az 30 dakika yürürseniz (düzenli beslenme ile birlikte) yağ oranınızda ayda %2 oranında azalma olur.

                          4. Kronik hastalıklardan korunursunuz: Yürüyüş yaparak kan basıncını 11 puan düşürür ve felç geçirme riskini de %20-40 arasında azaltabilirsiniz. Haftada 5 gün 30 dakika yürüyüş ile kalp hastalığı riskini %30 azaltabilirsiniz.

                          5. Harika bacaklarınız olur: Düzenli yürüyüş varis riskini azaltır. Bağ dokunuzu sıkılaştırır, bacak kaslarınızın çalışmasıyla kan dolaşımını düzenler. Genetik olarak varise yatkınlığınız varsa, hiç düşünmeden “yürüyün”.

                          6. Düzenli bir bağırsak aktivitesine sahip olursunuz: Düzenli yürüyüş bağırsağın ritmik hareketliliğini korur. Sabahları bağırsakları çalıştırmak için kahveye “1 numara” diyorsanız, bir de yürüyüşü deneyin. Kahve gibi yürüyüşün de bağımlısı olacaksınız, üstelik doğa var oldukça yapabilirsiniz ve hiçbir yan etkisi yok.

                          7. Düzenli bir yaşantınız olur: Sürekli yürüyüş yapmak yaşamınızı düzene koyar. Alışkanlıklarınızı pekiştirir.



                          Yürümek için 12 nedeniniz var!

                          Üsküdar Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölüm Başkanı Doç. Dr. Defne Kaya, yürümenin insana sunduğu 12 önemli faydayı ise şöyle aktarıyor:



                          1. Dünyayı oturarak keşfedemezsiniz: Kalça kaslarınızı kuvvetlendirirseniz daha uzun mesafeler sizin için keşfedilebilir olur. Tempolu yürüyüş yapın. Yürüyüş sırasında, her adımda bacağınızı kuvvetlice öne ve arkaya iterek, kalça kaslarınızın kuvvetini artırabilirsiniz.

                          2. Oturdukça vücudunuzun yağ oranı artar. Yürüyüş ile yağlarınızı yakabilirsiniz: Yürüyüşün her dakikası vücudunuzda farklı kasları farklı şekillerde çalıştırmış olursunuz. Hem iki bacağınızı hem de iki kolunuzu yürüyüş boyunca kullanırsanız daha çok yağ yakarsınız. Tempolu yürürken kollarınızı da kuvvetli bir şekilde öne ve arkaya iterek kaslarınızı kuvvetlendirebilirsiniz.

                          3. Glukoz toleransınız mı var?: Yemeklerden 15 dakika sonra yürüyüş yapmak, özellikle zayıf glukoz toleransı olan kişilerde, kan glukoz kontrolünü geliştirir: Elbette yemekten 30 dakika sonra yürüyüş kilo vermenizi ve kilo kontrolünüzü de sağlar.

                          4. Trigliserid seviyeniz ve kan basıncınız yüksek mi?: Yemekten 30 dakika sonra ister kısa (3’er dakikalık 10 kez) ister uzun (30’ar dakika bir ya da iki kez) tempolu yürüyüş trigliserid seviyenizi ve kan basıncınızı düzenler.

                          5. Kısa yaşamaktan mı korkuyorsunuz?: 7 bin erkek ve 31 bin kadın üzerinde yapılan yeni bir çalışma salına salına (düşük tempolu) yürüyenlerin değil tempolu yürüyenlerin daha uzun yaşadığını göstermiş. Kolunuzu sallayarak ama bacaklarınızı kuvvetli ve kalbinizi çalıştırarak yürüyün.

                          6. Eklemlerinizdeki kireçlenme canınızı mı sıkıyor?: Yürüyüş hem genel sağlığınızı ve kaslarınızı geliştirerek hem de kilo verdirerek eklemlerinize daha iyi oksijen gitmesini, daha az yük binmesini sağlar. Dengenizi de geliştirir ve düşmelerden sizi korur.

                          7. Alzheimer’dan mı korkuyorsunuz?: Tüm egzersizler gibi yürüyüşün de sadece boynunuzun altındaki bölgeye faydası yoktur. Hafızanızı, bilişsel fonksiyonlarınızı, akademik performansınızı geliştirir. Özellikle sportif aktivitelerin dışarıda/doğada yapılması yaratıcılığı ve sağlığı geliştirir. Ünlü filozof Aristo, öğrencilerini doğada yürürken çalıştırırmış.

                          8. Stres altında mısınız?: Tüm gün ofis ortamında, stres altında çalıştıktan sonra kendimizi Malibu sahiline atmamız pek mümkün olmuyor. Yine de ağaçların arasında toprak zeminde yürüme şansınız varsa, yürüyüşün stresi oluşturan kortizolün seviyesini düşürmesini keyifle hissedebilirsiniz.

                          9. Sürekli hasta mı oluyorsunuz?: Bu durumda bağışıklık sisteminizi güçlendirmeniz gerekiyor. Yürüyüş bağışıklık sisteminizi de güçlendirir. Her gün 30 dakikadan fazla yürürseniz savaşçı hücrelerinizi artırır, mukozal yapıların (ağız boşluğu, soluk borusu, sindirim ve boşaltım sistemi) bağışıklık sistemine katkılarını geliştirir, menopoz belirtilerini de azaltırsınız.

                          10. Sıkça düşüyor musunuz?: Düzgün olmayan yüzeylerde yürüyüş yapmak yaşlılarda dengeyi geliştirerek düşmeye karşı kişileri koruyor. Yapılan çalışmalar, koşu bandı veya spor salonlarında yapılan yürüyüşlerin dengeyi artırmakta o kadar da işe yaramadığını vurguluyor. Yaşlanmayı beklemeyin, dengenizi şimdiden geliştirmek için doğaya yürüyüş yapmak ve bol oksijen almak için gidin.

                          11. Kendinize vakit ayıramıyor musunuz?: Sanılanın aksine en çok yürürken düşünür ve kendi başımıza kalırız. Yaşadıklarınızı tartmak, belki sorunlara çözüm aramak, kalabalıktan biraz uzaklaşıp iç sesinizi dinlemek için yürüyüş harika bir seçenek olabilir. Batılıların meditasyon çılgınlığına Doğulular’ın ihtiyaç duymayışı doğaya yönelmeleri olabilir.

                          12. Hareketsiz kalmaktan mı korkuyorsunuz?: Düzenli tempolu yürüyüşün iskelet kasındaki yağ ve karbonhidrat metabolizmalarına, adipoz dokudaki inflamasyona gen üzerinden olumlu etki ettiğini belirtmek kritik olabilir. Yürüyerek genetik şifrenizi değiştirebilirsiniz.

                          Yorum yap

                          • #58

                            Modern yaşam dinamiklerinin yetişkinlerde uyku süresini azalttığını vurgulayan Türk Kardiyoloji Derneği Saymanı ve Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Necla Özer, yetersiz uykunun kan basıncı ve kalp hızında değişikliklere neden olduğunu ve kardiyovasküler sistemi etkilediğini belirtti. Prof. Dr. Özer “yetersiz uyku hipertansiyon, obezite, diyabet gelişimini artırmaktadır. Yapılan araştırmalar günde 7 saatten az uyuyanların daha az yaşadığını göstermiştir” dedi.

                            Uykunun insan için önemli olan biyolojik gereksinimlerden biri olduğunu vurgulayan Türk Kardiyoloji Derneği Saymanı Prof. Dr. Necla Özer kaliteli ve yeterli bir uykunun sağlığımızda olumlu etkileri olduğunu belirtti. Prof. Dr. Özer, “uyku insan bedeni ve ruhu için bir yenilenme, tamir, bakım ve onarım sürecidir. Biz uyurken vücudumuzda devreye giren binlerce süreç, sabaha kadar çalışarak bir önceki günün yıpranmalarını giderir, bozulmalarını düzeltir. Uyku iyi ve sağlıklı bir yaşamın en önemli anahtarlarından birisidir” dedi.

                            Modern yaşam dinamikleri yetişkinlerde uyku süresini azalttı

                            Son yıllarda yayınlanan uyku ile ilgili çalışmaların sonuçlarına göre günde en az 7 en fazla da 9 saat uyku tavsiye edildiğini belirten Prof. Dr. Necla Özer “günümüzde modern yaşamın dinamiğini yakalayabilmek için birçok insan uyku süresini azaltmış durumdadır. Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılan bir çalışmaya bakıldığında erişkinlerin yaklaşık üçte birinin 7 saatin altında uyuduğu özellikle az uykunun genç erişkinlerde, 60 yaş üzeri erişkinlere göre daha önemli bir sorun olduğu görülmüştür” şeklinde konuştu.

                            Günde 7 saatten az ya da daha fazla uyuyanlar daha az yaşıyor

                            Prof. Dr. Özer “ölüm ile uyku süresi arasında U şeklinde bir ilişki vardır. U şeklinde ilişki pratik olarak azının da fazlasının da zararlı olması anlamına gelmektedir. Günde 7-8 saat uyuyanlar en uzun yaşarken; 7-8 saatten daha az ve daha fazla uyuyanlar daha az yaşamaktadır. Bu durum kısa uyku süresinin kronik hastalıklar, kalp hastalıkları, şişmanlık, kolesterol yüksekliği, hipertansiyon, felç ile ilişkili olmasına bağlanmaktadır. Uyku süresinin az olması ve kalitesiz uykunun şişmanlık, diyabet, hipertansiyon ve koroner arter hastalığı gelişimi üzerine etkisi olduğu gösterilmiştir” dedi.

                            5 saatten az uyuyanlarda hipertansiyon gelişimi artıyor

                            Normal kişilerde uykunun kardiyovasküler düzenlemelerde rol oynayan fizyolojik mekanizmalardan parasempatik aktivitenin artışı, sempatik aktivitenin azalması gibi büyük değişikliklerden sorumlu olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Necla Özer “bu değişiklikler kan basıncında ve kalp hızında değişikliklere neden olmaktadır. Bu nedenle uyku fizyolojisindeki herhangi bir değişiklik kan basıncı ve kalp hızında değişikliklere sebep olur. Yapılan bazı prospektif epidemiyolojik araştırmalardan 4500 erişkinin katıldığı NHANES (ABD-Ulusal Beslenme ve Sağlık Araştırması) araştırmasında 5 saatten az uyuyanlarda 7-8 saat uyuyanlara göre hipertansiyon gelişiminin arttığı tespit edilmiştir. Uyku sırasında nefes almadaki sorunlar da uykuyu dolayısıyla kardiyovasküler sistemi etkilemektedir. Ayrıca gece ve vardiyalı çalışanlarda kronik uyku kısıtlılığı, alışılagelen zamanın dışında yeme ve uyuma olduğundan dolayı diyabet, obezite ve kardiyovasküler patolojilerde artış olduğu da gösterilmiştir” şeklinde konuştu.

                            Yetersiz uyku obezite ve diyabet gelişimi için de risk faktörü

                            Prof. Dr. Özer “yapılan araştırmalar hem süre, hem de kalite bakımından yetersiz bir uyku, şişmanlık ve tip 2 diyabet gelişimi için bir risk faktörü olarak kabul edilmektedir. Temelinde, glukoz toleransı ve insülin duyarlılığının azalması, kortizol ve ghrelin (iştah artırıcı) hormonunda artma, iştah azaltan leptin hormonunda azalma gibi metabolik ve hormonal değişikliklerle birlikte ortaya çıkan, açlık ve iştah artışı vardır. Ayrıca, kötü bir uykunun, şişmanlığa neden olan genlerin aktivasyonu için uygun ortamı sağladığına dair kanıtlar da bulunmaktadır” dedi.

                            Yorum yap

                            • #59

                              Menopoz döneminde yanlış beslenme düzeni, uygulanan vitamin ve minerallerden fakir şok diyetler kemikte erimelere, ileri evrede ise kemiklerde kırıklara, ağrı ve sakatlıklara yol açabiliyor. Uzmanlar bu nedenle bu dönemde özellikle D vitamininden zengin besinlerin tercih edilmesi gerektiğini vurguluyor.

                              Kemik erimesi (osteoporoz) kemik kalitesinin bozulması ve kemik kütlesinin azalması ile karakterize, dünyada 3 kadından birini ve 5 erkekten birini etkileyebilen bir hastalıktır. Kadınlarda özellikle menopoz sonrası, östrojen hormonunun da azalmasına bağlı olarak kemik erimesi riski daha da artar. Özellikle menopoz döneminde yanlış beslenme düzeni ve uygulanan vitamin ve minerallerden fakir şok diyetler, kemikte erimelere ileri evrede kemiklerde kırıklara (özellikle kalça, omurga, el ve ayak bilek) ve buna bağlı ağrı ve sakatlıklara yol açabilir.

                              Omurga kemiklerinde gelişebilecek çökme kırıkları sırtta kamburlaşmaya ve boyda kısalmaya neden olabilir. Özellikle menopoz döneminde kalsiyum, fosfor ve C vitamini açısından zengin bir beslenme düzeninin kemik sağlığı açısında önemli olduğuna vurgu yapan Medical Park Bahçelievler Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Aslı Özmaden Hantal, kemik erimesine karşı alınabilecek önlemleri şöyle sıraladı:

                              Kemik erimesi engellenebilen bir hastalıktır. Kemiklerimizin ihtiyacı olan kalsiyum, D vitamini, fosfor ve C vitamininin yeterli düzeyde alınması ve egzersiz ile kemiklerimizin minerilizasyonun desteklenmesi bunun için yeterlidir.

                              Vücuttaki kalsiyumun yüzde 99’u kemiktedir ve kemikteki kalsiyumun erimemesi için her gün yeterli miktarda kalsiyumun alınması gerekmektedir. Kalsiyumun en yoğun olduğu gıdalar süt ve süt ürünleridir. Bunun dışında ıspanak, roka ve dut pekmezi yine kalsiyumdan zengin gıdalardır. Günlük kalsiyum ihtiyacı 9-18 yaş 1300 mg, 19-50 yaş 1000 mg, 50 yaş üstü 1200 mg’dır.

                              D VİTAMİNİNDEN ZENGİN BESLENİN

                              D vitamini, ‘yağlı tohumlar’ dediğimiz badem, ceviz, sıvı yağlar ve bitkisel yağlarda bulunur. Bunun yanında yağlı balıklar da D vitamininden zengindir. Günlük ihtiyacımızı karşılamaya gıdalar maalesef yeterli gelmemektedir ve bu nedenle güneşten de istifade edilmesi gerekmektedir. Günlük ortalama D vitamini ihtiyacı 400-800 İÜ’dür.

                              Fosfor et, balık, yumurta, süt ve süt ürünleri gibi proteinden zengin gıdalarda bulunmaktadır. Günlük ihtiyaç 1 yaşına kadar 250 mg, 1-10 yaş 800 mg, kemik yapımının en hızlı olduğu 11-24 yaş arası 1200 mg, 24 yaş sonrası 800 mg’dır.



                              ŞOK DİYETLER KASLARI ERİTİR

                              ‘Şok diyet’ dediğimiz diyetler vücutta çok hızlı bir şekilde sıvı ve kas kaybına yol açmaktadır. Kaslarımız kemiklerimizin en önemli mekanik desteği olup kemiklerimizin minerilizasyonunda görev almaktadır. Dolayısıyla, hızlı bir şekilde kas kaybetmek kemik yapımızın da zayıflamasına yol açmaktadır. Bunun dışında pek çok şok diyet proteinden çok zengin gıdaların alımını içerdiğinden kemik erimesine yol açmaktadır. Çünkü gerek fosforun fazla alınması, gerekse protein fazlalığı kalsiyum emilimini azaltmaktadır. Kemiklerimiz kalsiyumsuz kalmaktadır.

                              Kemik erimesini ve buna bağlı gelişebilecek kırık ve sonrası sakatlık, kamburluk, boy kısalmasından korunmak istiyorsak gıdalarla kalsiyum, fosfor, D vitamini, C vitamini yeterli düzeyde almak, yeterince güneşlenmek ve düzenli egzersiz yapmak zorundayız. Bu nedenle kilo vermek için şok diyetler yerine uzun sürece dağılmış, yeterli protein, karbonhidrat ve yağ düzeyini sağlayan diyetler yapmak ve egzersizle hem kas, hem kemik kütlemizi korumak önemlidir.

                              YÜKSEK PROTEİNLİ DİYETLER VE YANLIŞ DETOKSLARDAN UZAK DURUN

                              Yüksek proteinli diyetlerin osteoporoz riskini artırdığını söyleyen Beslenme ve Diyet Uzmanı Emel Unutmaz Duman ise menopoz döneminde doğru beslenme yollarını anlattı:

                              Menopozda östrojen hormonunun azalmasına bağlı olarak kemiklerde kalsiyum depolanması azalır. Bu depoların ergenlikten itibaren iyi beslenme ile desteklenmesi gerekir. Yeterli kalsiyum alımı kadar bunun vücut tarafından kaybının da önüne geçilmesi gerekir. Günümüzde kahve çeşitlerinin artması, kahve kafelerinin her köşe başına açılmasına bağlı olarak tüketimi artmaktadır. Yüksek kafein tüketimi kalsiyum atımına neden olmaktadır. Ayrıca yüksek tuz tüketimi de yine kalsiyum atımı ile sonuçlanmaktadır. Ülkemizin ortalama tuz tüketimi kişi başı 18 g (olması gerekenin 3 katı)dır.

                              Yetersiz kalsiyum ve protein alımı da, yüksek protein içeren diyetler de osteoporoz için risk faktörleridir. Yazın 2 beden yerine 1 beden incelip, konforlu bir yaşam sürmeyi tercih etmek daha akla uygun geliyor değil mi?

                              Şok diyetlerin, yüksek proteinli diyetlerin, kontrolsüz yapılan detoksların, tek besine dayalı diyetlerin vücuda verdiği zararlar o an fark edilmese bile ilerleyen dönemde eksiklikler olarak kişilerin karşısına çıkacaktır. Ayrıca unutulmamalıdır ki, her yaşın gerektirdiği bir kilo olduğu unutulmamalıdır. Düşük kilolu olmak, düşük yağ yüzdesinde olmak da menopoz için risk faktörü, erken menopoz riskidir.



                              Kalsiyumun İyi Kaynakları

                              Yoğurt – peynir

                              Yeşil yapraklılar (maydanoz, nane, ısırgan vb)

                              Kurubaklagiller

                              Pekmez (dut, keçiboynuzu )



                              Yapılan çalışmalar göstermiştir ki, menopoz öncesi dönemde sebze – meyve tüketiminin kemik mineral yoğunluğu ile pozitif ilişkisi vardır. Bundaki muhtemel mekanizma da vücut pH düzeyini düşürmesidir. Özellikle vitamin C, demir, magnezyum ve çinko kaynaklarını bol tüketenlerde, menopoz dönemindeki kemik kaybındaki azalma daha düşük bulunmuştur.



                              Menopoz Beslenmesinde 10 Öneri

                              Kalsiyum kaynakları her gün tüketilmeli.
                              Sebze ve meyve tüketimine özen gösterilmeli.
                              Kurubaklagiller haftada 4- 5 gün, ister yemek olarak isterseniz, haşlanarak salatalara katılabilir.
                              Az yağlı beslenilmeli, zeytinyağı ağırlıklı olacak şekilde sıvı yağlara yer verilmeli.
                              Balık tüketimi en az haftada 2 gün olmalı.
                              Pekmez her gün 1- 2 tatlı kaşığı.
                              Kafeinli ve asitli içeceklerden uzak durulmalı.
                              Az tuzlu beslenmeye özen gösterilmeli.
                              Yüksek proteinli diyetlerden kaçınılmalı.
                              D vitamini kaynaklarına özen gösterilmeli, her gün güneş ışığından yararlanılmalı.

                              Yorum yap

                              • #60

                                Sonbahar mevsiminde sürekli yorgun olduğunu buna ek olarak alerji ve metabolizma sorunları yaşadıklarını dile getiren pek çok insan bulunuyor. Çoğu zaman mevsim geçişlerinden kaynaklandığı düşünülse de, farklı hastalıkların habercisi de olabilir

                                Estetik Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Bülent Cihantimur “Günlük yaşantımız içerisinde yaşanan stres, iş hayatında ve aile içinde meydana gelen olumsuzluklar, çevre kirliliği, sigara ve alkol kullanımı, diğer kötü alışkanlıklar başta olmak üzere, hazır pek çok gıdanın içine konulan katkı maddeleriyle birlikte bedenimizi tam manasıyla patlamaya hazır bir bomba haline getiriyor” açıklamasında bulundu ve ekledi :” Yaşadığımız hastalık ve enfeksiyonların üzerine bir de hatalı beslenme alışkanlıklarımız eklenince vücudumuzun bir toksin deposu olması kaçınılmaz oluyor. İşte bu birikime yani toksinlere serbest radikaller adını veriyoruz. Bedenimizden uzaklaştırmanın yolu ise, Ozon Terapiden geçiyor”.

                                Serbest radikaller yüzünden oksidatif stres yaşıyoruz

                                “Serbest radikaller vücudumuzda hücre dokularına yerleşerek zaman içinde birikme yapıyor ve en sonunda hücre zarına zarar vermeye başlıyorlar. İşte bu hasara oksidatif stres adı veriliyor. Kısaca biriken serbest radikaller yüzünden yorgunluk yani oksidatif stres yaşanıyor. Bunlarla boğuşan vücutta ise metabolizma sorunları, nedeni anlaşılamayan ağrılar, alerji sorunların artması ve sürekli yorgunluk hali gözlemleniyor. Aterosklerotik hastalıklar, iskemik hastalıklar, serebrovasküler bozukluklar, amfizem, bronşit, Parkinson hastalığı, Alzheimer hastalığı, fibromyalji, gebelik preeklampsisi, serviks kanseri, alkolik karaciğer hastalığı, şeker hastalığı, akut renal yetmezlik, retrolental fibroplazi, oksidatif stresin ortaya çıkardığı bazı hastalıklardır” diyen Op. Dr. Bülent Cihantimur, ozon tedavisi ile oksidatif stresin azaltılmasının veya yok edilmesinin mümkün olduğunu böylece hücrelere verilen zararın önlenebileceğini de ekledi.

                                Ozon Terapi, destekleyici bir tedavidir

                                “ Ozon terapiyi medikal estetik uygulamalar içinde selülit ve benzeri orta deri tedavileri için özellikle kullanıyoruz. Mevsim itibariyle kronik bir yorgunluk ve yapılan işlere odaklanamama gibi sorunlar da yaşanıyorsa, Ozon Terapi, az evvel bahsettiğim hasarın durması için var olan hastalıklarda iyileşmeyi ciddi anlamda destekler. Ozonun üç önemli etki mekanizması ile etki gösterdiğini, oksidatif stresi dolayısıyla hücre ve organ hasarını engellediğini artık çok iyi biliyoruz” diyen Cihantimur, tüm bu olumsuz tabloyu yenmek ve sağlıklı, dinç bir bedene kavuşmak için Ozon terapinin tercih edilebileceğini vurguladı.

                                Yorum yap

                                Hazırlanıyor...
                                X