• If this is your first visit, be sure to check out the FAQ by clicking the link above. You may have to register before you can post: click the register link above to proceed. To start viewing messages, select the forum that you want to visit from the selection below.

Duyuru

Gizle
No announcement yet.

Nasada neler oluyor

Gizle
X
 
  • Filtrele
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Sil
new posts
  • #76

    NASA, çeşitli alanlardan uzman bilim adamları ile yaptığı araştırmalar sonucunda, Mars'ta yaşanabilecek üç araziyi tespit etti bile.
    Mars, 2020 yılında ulaştığımızda yüzeyindeki numunelerden örnek almak için çabucak delinmeye başlayacak. NASA, matkaplayacakları alanlar hakkında henüz kesin karar vermedi ancak Kaliforniya'daki Monrovia'daki bilim insanları ile yaptıkları ortak çalışma ile ilgili alanı üçte bir düzeyine kadar daraltmayı başardı.

    Bilim insanları, Mars Orbiter tarafından gönderilen gönderilen görsellerle yaşamı destekleyebileceğimize inandığı noktalar için danışma kararı aldı. En çok oy alan bölüm Jezero Krateri oldu. Jezero Krateri, Tahoe gölü ile benzer yapıları paylaşan bir mimari. Arazi, uzun zaman önce su ve tortuları besleyen büyük bir nehre bağlı konumdaydı.



    En yüksek ikinci oy alan kısım ise Kuzeydoğu'da bulunan Syrtis. Syritis'in alanında bir çeşit sıcak su akımı dolaşmıştı.

    Son olarak ise "Spirit Serserisi" olarak adlandırılan, en tartışmalı ve son alan olan Columbia Hills var. Columbia Hills'de, yeryüzünde hidrotermal maden yatakları oluşturan silis kayaçlarını mevcut. Ancak bu kayaların yaşama ne kadar katkı sağlayacağı şüpheli.

    NASA, 2020 yılında belirlediği sitelere göre yaklaşık iki yıl delme işlemi yapacak. Bu numunelerin Dünya'ya geri döndürüp geri getirilmesine bağlı olarak yaşam alanları belirlenecek. Söz konusu uzay aracı "Gezici" eve zamanında geri gelmeyecek olursa, NASA farklı yöntemler bulmak zorunda olacak. Eğer başarılı olunursa, yabancı gezegelere ait incelediğimiz ilk jeolojik parçalarla buluşacağız.,

    Yorum yap

    • #77

      Çin Halk Cumhuriyeti'nin yenilenebilir enerji kaynakları için ayırdığı yüzlerce milyar dolar, sonunda meyvesini veriyor. Peki Çin çöllerinde bulunan 4 milyon güneş enerjisi paneli, uzaydan nasıl gözüküyor?
      Doğu Çin'deki Tibet Platosu'nda 4 milyon güneş paneli, Longyangxia Baraj Güneş Parkı'nın bir parçası olarak güneşten sessizce enerji üretiyor. Dünyanın en büyük güneş enerjisi çiftliği, çöl alanının 10 kilometrekaresinde konumlandırılmış durumda.

      Tesis, 2013 yılında inşa edildi ve o zamandan beri hızla genişliyor. NASA'nın Dünya Gözlemevi küratörlüğünde hazırlanan uydu görüntüleri, Ocak 2017 itibariyle devasa güneş enerjisi çiftliğinin uzaydan görünüşünü betimliyor.

      Tesis, şu anda 850 megavat elektrik üretme kapasitesine sahip veya basit bir dille 140.000 eve enerji sağlayacak kapasitede. Longyangxia Baraj Güneş Parkı, Çin'de gerçekleşen devasa yenilenebilir enerji devriminin bir parçası. Ülke 2015 yılının başından beri yenilenebilir enerji tesislerine 103 milyar dolar yatırım yaptı. Çin'in söz konusu alana ayırdığı pay toplamda 283 milyar dolar düzeyine erişti.



      Tesisin Uzaydan Görünüşü

      Yenilenebilir enerji hedefleri, Çin'in uluslararası iklim taahhütleriyle uyumlu. Hükümet daha önce karbon yoğunluğunun 2005'ten başlayarak yüzde 40-45 oranında azalacağını açıklamıştı. Paris Anlaşması uyarınca Çin, 2030 yılına kadar karbon dioksit emisyonlarını en düşük seviyeye çekmeyi taahhüt etti. Çin devleti, Ocak ayının başında 2020 yılından itibaren 2030 yılına kadar 361 milyar dolarlık yenilenebilir enerji üretimini planladığını açıkladı. Nakit akışının, Çin'in toplam 110 gigavat güneş enerjisi ve 210 gigavat rüzgar enerjisi üretimine yardımcı olması bekleniyor.

      Kapasite artışına rağmen Çin, arz-talep dengesi üzerinde bazı sıkıntılar yaşıyor. Ekonomik problemler bazı güneş ve rüzgar çiftliklerinin boşta kalmasına neden oldu. Dünyanın en kalabalık ülkesi şimdi dengeyi sağlamaya çalışıyor.

      Yorum yap

      • #78

        Amerika Birleşik Devletleri, Çin ve Japonya gibi dünya devleri güneş enerjisinin verimli kullanılması için bilim-kurgu filmlerindeki mimarileri andıran projeler üzerinde çalışıyor.
        Güneş enerjisi panelleri, dünyanın pek çok ülkesinde kullanılmaya başlansa da beklentilere kıyasla ağır bir başlangıç yaptığı söylenebilir. Lakin bu durum değişmek üzere.

        Güneş enerjisi panellerinin en büyük sorunu, sadece Güneş parladığında verimli çalışmaları. Bu çok ciddi bir kısıtlama. Üstelik bulutsuz günlerde ve Amerika'nın California ve Arizona eyaletleri ve dünyanın çölleri gibi alanlarda bile paneller istenen faydayı sağlayamayabilir. Çünkü atmosfer güneşten yayılan enerjinin önemli bir kısmını emer. Gece koşullarını saymıyoruz bile.

        Bu nedenle on yıldan uzun süredir, NASA ve Pentagon'daki araştırmacılar, bu zorlukları aşmaya yönelik yöntemler üstünde çalışıyor ve sonunda bazı makul çözümler bulundu. Bu çözümlerden en öne çıkanı, güneş ışığını bir güç dönüştürme aygıtına yansıtmak için bir dizi ayna ile donatılmış uzay istasyonu benzeri güneş panelleri. Toplanan enerji, bir mikrodalga yayıcı ile Dünya'daki belirli noktalara yansıtılacak. Enerjinin yoluna çıkabilecek kuşları ve uçakları korumak için dalgaların mimarisini modüle etme yolları bile mevcut.



        Üstelik uzaya dayalı güneş panellerinden gelen enerji; bulutlar, atmosfer veya gece döngüsünden etkilenmeyecek. Buna ek olarak, güneş enerjisi sürekli absorbe edileceğinden, enerjiyi daha sonra kullanmak üzere depolamak için hiçbir engel bulunmayacak.

        Amerika Birleşik Devletleri Donanmasından Uzay Mühendisi Paul Jaffe, yaptığı açıklamada “10 milyar dolar masrafla, projenin 'prototipinin' 10 yıldan kısa zaman içinde hayat bulabileceğini” ifade etti. İlk çalışmalar, 150.000'den fazla ev ile tesise tam randımanlı enerji sağlamaya yönelik.

        Japonya ve Çin Halk Cumhuriyeti de benzer projeler yürütüyor. İlk devlet de mimarinin “demo” kısmının 10 yılda geliştirilebileceğinden emin ve 25 yıl içerisinde tüm dünyada pratik olarak kullanılabileceğini düşünüyorlar.

        Projenin başarılması kritik önemde zira NASA ve Pentagon'un yaptığı araştırmalara göre, 2040 yılına kadar dünyadaki enerji tüketimi en az 50 düzeyinde artacak.

        Yorum yap

        • #79

          İnsanoğlu maalesef Dünya'nın kaynaklarını akıl almaz bir şekilde tüketiyor. NASA, 60 ile 70 yıl içerisinde radikal önlemler almamız gerektiğini varsayıp ilginç önlemler alıyor.
          Önümüzdeki yıllar içerisinde 30 milyon dolar biriktirmenizi öneririz; çünkü NASA, insanlığın güneş sistemindeki yolculuğuna adanmış iki enstitüyü kurmayı ve desteklemeyi planlıyor. NASA, dünyanın önümüzdeki 60-70 yılı hakkında yoğun endişeler taşıyor ve dünyamızdan ayrılma kararı almak zorunda olabileceğimizi varsayıyor.

          Uzay Teknolojisi Araştırma Enstitüleri (STRI), NASA tarafından biyo-malzemeler ve biyo-mühendislikte teknoloji geliştirmek için modül başına 15 milyon dolardan finansman elde edecek. Saygın üniversiteler de önümüzdeki beş yıl içinde güvenilir sonuçlar elde etme umuduyla araştırma programlarına yoğunlaşacak. Araştırmalar türümüzün uzaya yayılmasına odaklanmış olsa da STRI, havacılık alanının ötesinde uygulamaları bulmak için çalışıyor.



          NASA tarafından kurulacak iki STRI ünitesinden ilki; gıda, yakıt, materyal ve yararlı bakterilerin depolanmasına odaklanacak. NASA tarafından bilinen adı ise Cubes. “CUBES” projesi son derece etkileyici. Bu araştırma, astronotlar için biyo-araç üretmek yöntemiyle uzay yolculuğunu kolaylaştırmaya yönelik.


          İkinci NASA destekli organizasyon, karbon-nanotüp teknolojisi ile hafif ve süper güçlü havacılık malzemesi geliştirmeyi amaçlayan Bilgisayarlı Tasarlayan ve Çok Güçlü Kompozitler Enstitüsü US-COMP olarak biçimlendirildi.

          CUBES, Berkeley Üniversitesi Profesörü Adam Arkin, US-COMP ise Gregory Odegard tarafından yönetilecek.

          Yorum yap

          • #80

            Uzay araştırmaları konusunda yeni bir dönem başlatması beklenen, oldukça önemli James Webb Uzay Teleskobu ile alakalı oldukça önemli bir canlı yayın gerçekleşecek.
            Özünde astronomi, insan olma vasfının kalbinde yer alan bu varoluşçu soruları ele alarak görevlendirilmiş bir bilimdir. Ve çeyrek yüzyıldan daha uzun bir süredir bu konuda bize son derece önemli gözlemler sunan başarılı bir gözlemci var; Hubble Uzay Teleskobu.



            Dünya yörüngesinde konumlanan 2.4 metrelik aynası ve son teknoloji aletleri ile bilim insanlarının, evrenin ilk zamanlarında oluşan uzak mesafedeki galaksileri ve yıldızların doğumlarını görmelerini sağlayan Hubble, sadece kendi Samanyolu'muzu değil, bizimkine benzer kendi Güneşleri etrafında dönen gezegen sistemlerini keşfetmemizi de sağlamakta.

            Hatta Hubble, insanlık için en büyük bilinmeyenlerden olan Big Bang'e dair pek çok şey öğrenmemize de ciddi katkılar sağladı. Fakat bu yaşlı kurt, artık sınırlarına ulaşmış durumda ve meşale, 100 kat daha güçlü olan James Webb Uzay Teleskobu'na devredilecek. 2018 ylında fırlatılması planlanan James Webb Uzay Teleskobu, Hubble'ın başlattığı araştırmalara ve daha pek çok yenisine, 100 kat daha güçlü ve bizi inanılmaz şekilde heyecanlandıran bir şekilde devam edecek.



            İşte bu son derece önemli uzay teleskobuyla alakalı olarak, projede görev yapan bilim insanlarından Amber Straughn, Ontario'daki Teorik Fizik için Çevre Eğitim Enstitüsünde, bu teleskobun evrenin ilk yıldızlarını ve galaksilerini nasıl açığa çıkaracağından ve Güneş Sistemimizin ötesindeki gezegenlerde Dünya benzeri hayatın ilk belirtilerinin bu teleskop ile nasıl bulunabileceğinden söz edecek ve Straughn'un sunumu YouTube'dan canlı olarak yayınlanacak.


            "Astronomide Yeni Bir Dönem" olarak adlandırılan James Webb Uzay Teleskobu ile alakalı bu önemli canlı yayını kaçırmamanızı tavsiye ederiz.

            Yorum yap

            • #81

              Cüce gezegen Plüton hakkında yürütülen araştırmalarda bazı gelişmeler var. Gezegende yaşam izlerine rastlandı.
              Bizden fersah fersah uzakta olan Plüton, gezegen olma özelliğini 2006’da kaybetmişti. Bilim insanları bu konuda hala tartışırken o artık bir gök cismi olarak anılıyor.

              New Horizons uzay aracı geçtiğimiz yıl Plüton’nun yakınından geçmiş ve yakın olduğu süre boyunca yüzeyinde muhtemel yaşam izlerini aramıştı. Araştırmacılar, yakaladıkları yüzey görünümü sayesinde bilinmeyen jeolojik zamanlardan kalma buz dağları, olası organik maddeler ve gene olası bir yüzey altı okyanusunun izine rastlamışlardı.

              Plüton'un Donmuş Su ile Kaplı Olduğu Keşfedildi!


              Elde edilen verilerle gezegen bilimcisi ve yürütülen projenin sorumlusu Michael Summers yukarıdaki fotoğraf hakkında şunları söyledi:

              “Astro-biyolojik verilerle karşı karşıyayız. Yüzeyin tam üzerinde bazı organik maddeler ve su görüyorsunuz. Yaşam için gerekli olan şeyler de bunlar.â€




              Plüton çevresindeki pus ve sis, araştırmacılara Satürn'ün uydusu Titan'nı hatırlattı. Titan, yüzeyinde bulunan yoğun bir sıvıyla hidrolojik döngü özelliği barındıran Güneş Sistemi’ndeki tek uydu.
              Görünüşe göre Plüton, tüm veriler elde olmadan değerlendirildi. Proje sorumlusu olan Summers, Plüton'un hayatını tamamladığına dikkat çekip, cüce gezegende olan bu şeylerden hiç söz etmeyi beklemediğini itiraf etti.

              Plüton ya da başka bir gezegende bir yaşam arayışı için son zamanlarda hızlanan araştırmacılar, bulguların sürekli bir yaşam için değerlendirilmesi adına çalışmaya devam ediyorlar.

              Yorum yap

              • #82

                NASA, kısa bir süre önce keşfedilen ve Dünya'ya oldukça benzeyen 7 gezegen hakkında bizler heyecanlandıran açıklamalarda bulundu.
                Geçtiğimiz günlerde NASA, uzay araştırmaları tarihinde, en önemli keşiflerden birine imza atmış ve Dünya'dan 40 ışık yılı uzaklıkta, 7 farklı gezegenin bulunduğu yeni bir gezegen sistemini keşfetmişti.

                Bu 7 gezegen, pek sıradan gezegenler değiller. Bunun nedeni ise 7 gezegende de sıvı suyun mevcut olması ve boyut olarak Dünya ile oldukça benzerlik göstermesi. İşte bu gezegenler hakkında bazı açıklamalarda bulunan Belçika’daki Liege Üniversitesi Astrofizik Bölümü’nden Dr. Emmanuel Jehin ve NASA Spitzer Uzay Merkezi’nden Sean Carey, geleceğe dair oldukça meraklanmamızı sağlayan bazı önemli şeyler belirtmişler.



                Araştırmacılara açıklamalarına göre bu 7 gezegenin tümünün yüzeyinde su bulunması ihtimali mevcut. 3 tanesi ise 'yaşanılabilir' kategorisindeki gezegenler ve bu gezegenlerde sıvı şekilde su bulunduğu konusunda araştırmacılar oldukça umutlu. Bir diğer konu ise atmosfer.

                Araştırmacılar, söz konusu gezegenlerde atmosferin de bulunma ihtimalinden söz ediyorlar. Üstelik bu atmosfer, yine yaşama elverişli bir şekilde olabilir. Tabi sadece bunlar değil, gezegenlerin bulunduğu sistem de bizim Güneş Sistemimize benzemekte. TRAPPIST-1 yıldız sisteminde, gezegenler merkezdeki güneşin etrafında dönmekteler.



                Bir Gezegenden Diğerine Tatile Gittiğinizi Düşünün
                Bulunan yeni gezegenler birbirlerine oldukça yakınlar. Bu yakınlığa basit bir örnek verecek olursak, Dünya ile Ay'dan daha yakınlar. NASA'nın Plüton sistemini incelemek üzere gönderdiği New Horizons uzay aracı, Dünya'dan fırlatılmasından sadece 8 buçuk saat sonra Ay'a ulaşmayı başarmıştı. Söz konusu gezegenlerin Ay'dan da yakın olduğu göz önünde bulundurulursa, sadece hafta sonu gezisi için bir gezegenden diğerine gidebilirsiniz.

                Örneğin; bulunduğunuz gezegen soğuk mu? Dert değil. Uzay aracına atlayıp birkaç saat içinde sıcak, plajları güzel bir gezegene geçebilirsiniz. TRAPPIST-1 yıldızının rengi turuncu ve kırmızı tonlarında. Bu da, 7 gezegende sürekli olarak bir gün batımı havası oluşmasını sağlıyor.



                Pek çok sorunun yanıtını James Webb Uzay Teleskobu verecek
                TRAPPIST-1, sadece 40 ışık yılı uzaklıkta. Tabi burada 'sadece' kullanmamız, bize yakın olduğu anlamına gelmiyor. Fakat daha önceden keşfedilen yerler göz önüne alındığında, TRAPPIST-1 oldukça yakın diyebiliriz.


                Yeni Teleskop James Webb, Ay'daki Bir Arıyı Bile Tespit Edebilecek!
                İşte bu durum da gezegenlerin çok daha detaylı incelenmesini sağlayacak. Şu an için Hubble bu konuda çok fazla yeterli olmasa da, onun yerine geçecek ve ondan 100 kat daha güçlü olan James Webb Uzay Teleskobu, bizlere bu 7 gezegen hakkında oldukça önemli şeyler sunacak.

                Bu şeylerin içinde gezegenlerin gerçek yüzey görüntüleri ve atmosferlerindeki "biyolojik imza" maddeleri de bulunmakta. "Biyolojik imza" dediğimiz bu maddeler eğer bulunursa, bu keşif söz konusu gezegenlerde hayatın olması anlamına da gelecek.

                Yorum yap

                • #83

                  SN 1987A isimli süpernovanın bulunmasının 30. yılı şerefine, Nasa tarafından özel grafikler paylaşıldı.
                  Bundan tam 30 yıl önce iki gökbilimci, inanılmaz bir görüntüyü canlı canlı yaşamışlardı. 24 Şubat 1987’de gökbilimciler -Oscar Dhalde ve Ian Shelton-, Şili’de yer alan bir dağın tepesinde, evrenin en önemli güçlerinden birine tanık olmuşlardı. Başta gökyüzünde yeni bir yıldızın doğduğunu gören gökbilimciler, daha sonrasında bunun bir doğuş değil ölüm olduğunu fark etmişlerdi. Gördükleri şey, teleskobun icadından beri gözlemlenen ilk süpernovaydı. Üstelik bu, Blue Supergiant cinsinde bir yıldızın patlamasıydı (Mavi devasa bir yıldız). Yıldızın ismi ise 1987A yıldızı.


                  Güneşten Milyonlarca Kat Daha Parlak Olan Bir Süpernova Keşfedildi!


                  NASA, bu önemli günü unutmadı. Samanyolu galaksisinin uzun dönem boyunca uydusu olduğu düşünülen, Büyük Macellan Bulutu’nun içerisinde yer alan ve SN 1987A diye adlandırılan süpernova, bize bir hayli uzak. Süpernovanın yerini merak edenler buraya tıklayarak Nasa'nın paylaşmış olduğu GIF'e ulaşabilirler.

                  160.000 ışık yılı uzaklıkta olan süpernova, bundan tam 160.000 yıl önce patladı. Ancak, ışığının bize ulaşması 160.000 yıl sürdü. Kim bilir, şu anda gecemizi aydınlatan yıldız ışıkları, aslında ölmüş bir yıldızın ışığı olabilirler. Hatta, şu anda gökyüzüne baktığınızda gördüğünüz Güneş bile öldükten 8 dakika sonra fark edebileceğimiz bir gök cismi.

                  NASA, bu gün için özel görseller hazırladı. SN 1987A süpernova kalıntısının şu anda nasıl gözüktüğüne dair görüntüleri derleyen NASA, modern zamanlarda rastlanmış ilk süpernovasına hak ettiği değeri veriyor.

                  Yorum yap

                  • #84

                    Astronomların elde ettiği yeni bulgular, dünyaya yaklaşık 30 milyar ışık yılı uzaklıktaki bir kütlenin akıbetini ortaya döktü!
                    Kozmik fenomenlerin arasına yeni üye olan bir öge var: Evrenin en eski toz mimarisi.

                    Sculptor isimli takımyıldızında keşfedilen bulgu çok çarpıcı. A2744_YD4'ten yayılan ışığa göre Sculptor takım yıldızı, evrenin sadece 600 milyon yıl yaşında olduğu dönemde ortaya çıktı. Işınların bize ulaşması için 13.2 milyar yıl gerekli. Kısacası Sculptor takımyıldızının çoktan yok olduğunu söyleyebiliriz.

                    Takımyıldızının olduğu yerde şimdi sadece toz kütleleri var. Sculptor takım yıldızı standart kozmolojik matematiğe göre dünyadan yaklaşık 30 milyar ışık yılı uzaklıkta. Saptama, bir zaman dizisinin kapsadığı dönemin veya verilerin dışındaki değerlerin geçmiş değerlerden hareketle tahmin edilmesi ile mümkün oluyor. Londra Üniversitesi Üniversitesi'nden Nicolas Laporte tarafından yönetilen uluslararası bir ekip, birbirine bağlı teleskopları kullanarak bu fenomeni ortaya çıkardı.



                    Gökbilimcilerin, yıldızlardan gelen radyo dalgalarını keşfetmesi, yaklaşık altı milyon güneş boyutundaki toz kitlesinin karakterini işaret etti. Söz konusu kitle; toz, karbon, silikon ve alüminyumdan oluşan ince tanelerden oluşuyor ve sistemin sağ kalması imkansız. Zira kütle o kadar yaşlı ki, Bing Bang'den yalnızca 600 milyon yıl sonra ortaya çıkmış. 600 milyon yıl çok görünebilir ama dünyamız bile yaklaşık 5 milyar yaşında.

                    Evren, Big Bang'de sadece hidrojen ve helyumdan ve hafif bir lityum izinden oluşuyordu. Ağır elementler ile diğerlerinin birleşmesi ile de yıldızlar döngüye dahil oldu. Gezegenlerin ortaya çıkması da yıldızlar ve ağır elementler sayesinde gerçekleşti.

                    Avrupa Güney Gözlemevi ve Londra Üniversitesi'den Richard Ellis'e göre, evrenin var oluşundan 200 milyon yıldan kısa bir süre içinde, pek çok yıldız sistemi süper nova patlamaları sonrasında yok oldu. Sculptor sisteminin yaşı düşünüldüğünde, "keşfettiğimiz" var oluştan silinen en yaşlı takımyıldızı olduğunu söylememiz mümkün.

                    Yorum yap

                    • #85

                      Harvard Üniversitesi'ndeki iki astronomun elde ettiği veriler, gizemli patlamaların ardında farklı uygarlıkların olabileceğini gösteriyor.
                      Evrendeki yerimizi yeni yeni keşfediyorken ve bize yakın gezegenleri bile tam anlamıyla kavrayamamışken, uzaydaki muhtemel yaşam formlarına yönelik tahminler gün geçtikçe artıyor. Teknolojinin gelişimiyle astronomi bilimi sınırsız boşlukta meydana gelen hareketleri anlamlandırmaya çalışıyor.

                      Araştırmacılar Endişeli: Uzaylıları Bulmak Sonumuz Olabilir!
                      Araştırmacılar uzay boşluğunda meydana gelen enerji patlamalarının perde arkasında neler olabileceği konusunda çalışmalar yürütüyor. Öyle ki bu araştırmalar patlamaların sebeplerini keşfederken, içinde bulunduğumuz boşlukta nelerle karşı karşıya olduğumuzu gösterecek. Bu konuda Harvard'daki bir çift astrofizikçi, nadiren görülen fenomenlerin muhtemelen ileri bir yabancı teknolojinin kanıtı olabileceğini söylüyor.



                      Tespit edilebilen ve gözlemlenebilen yeni bir patlama türü var ve sadece birkaç saniyelik radyo frekansları yayarak son buluyorlar. “Fast Radio Bursts” yani “hızlı radyo patlamaları” olarak adlandırılan bu anomaliyi 2007’den bu yana sadece Porto Riko'daki Arecibo Gözlemevi ve Avustralya'daki Parkes Gözlemevi gibi büyük telsiz teleskobunun bulunduğu merkezdeki iki düzine araştırmacı keşfedebildi. Harvard Üniversitesi’nden iki astrofizikçi; Avi Loeb ve Manasvi Mingham bu patlamarı incelemeye karar verdi. İkiliye göre patlamalara sebep olan şeyler yabancı bir teknolojik kökene dayanabilir.


                      Peki bu patlamalar gerçekten uzaylı işi mi?
                      "Hızlı radyo patlamaları son derece parlak ve biz olası bir doğal kaynak tespit etmedik. Yapay bir kaynak düşünülmeye ve kontrol edilmeye değer."

                      Yukarıdaki sözler astronom Avi Loeb’e ait. Bu fikri kabul gören ikili uzak mesafelerde gerçekleşen patlamaların Dünya’ya ulaştırdığı radyo sinyallerinin söz konusu mesafeleri katetmek için ne kadar enerjiye ihtiyaç duyduğunu hesaplamaya başlayarak işe koyuldular. Ulaştıkları sonuç ise korkutucu: Patlamalar için gereken güneş enerjisi Dünya’nın yüzey alanının iki katını gerektiriyor.

                      Tüm bu düşünceleri destekleyen savlar ise aslında cevaplanması gereken birçok soruyu gün yüzüne çıkarıyor. Bu gücü lazer ve ya mikrodalgalarla sağlamak mümkün mü? Eğer başka bir uygarlık bu patlamaların ardındaysa teknolojileri neye benziyor? İnsanoğlu bu enerjiyi başka yollarla üretip patlamaları taklit edebilir mi?



                      Araştırmaları ikiliyi daha korkunç gerçeklere götürüyor: Söz konusu mühendisliğin ağırlığı bir milyon tona yakın bir yapıyı gerektirdiğini tespit ediyorlar. Yapıyı inşa etmek için mevcut teknolojimiz yeterli değil. Bu sebeple eğer patlamaların arkasında düşünüldüğü gibi uzaylılar varsa bizden çok daha ileri teknolojiye sahip oldukları da kesinleşiyor.



                      Yukarıdaki görselde bir nötron yıldızının temsili çizimini görmektesiniz. FRB'ler, bir uzaylı tahrik sisteminin sonucu olması savını destekleyen öngörüye ışık tutan çizim radyo frekanslarının gezegenimizle nasıl temas kurduğuna bir örnek olarak verilebilir. Dünya dönerken yörüngemiz de çekim alanımıza giren bu radyo sinyalleri kısa bir flaş görüntüsünü andırıyor. Işınlar gökyüzünde süpürülüyor ve yaklaşık bir dakikalığına bize vuruyor.

                      Araştırmacılar bu yaptıkları çalışmaların spekülatif olduklarının farkındalar. Nitekim uzay biliminin böyle ütopik fikirlerin ardından yapılan keşiflerle dolu olduğunu biliyoruz. Söz konusu patlamar ise bize belkide bu zamana kadar dünya dışı varlıkların habercisi olabilecek en sağlam verileri sunuyor. Bu verilerin ardında yatan gizemler hala çözülmeyi beklerken bilim dünyasında yabancı bir uygarlığa yönelik artan inanç, uzay keşiflerimizin seyrini yönlendirecek.

                      Yorum yap

                      • #86

                        Amerika Birleşik Devletleri hükümeti, insanları uzaya götürmesi beklentisiyle NASA'nın talep ettiği 19.5 milyar dolarlık bütçeyi onayladı.
                        Günümüzde uzay araştırmaları konusunda dünyanın en saygın kurumlarından biri olan Amerikan Havacılık ve Uzay Üssü (NASA), faaliyetlerini hızlandırmak ve yeni araştırmalar yapmak için Amerika Birleşik Devletleri'nden 19.5 milyar dolarlık bütçe talebinde bulundu. Olağan kongrede bir araya gelen taraflar uzlaşmaya varırken ABD hükümetinin NASA ile görüşmesindeki talepleri dikkat çekti.

                        ABD hükümeti kanadı, kongrede insanların uzaya gönderilmesi ve Mars'ta kolonileşme çalışmalarının hızlandırmasını daha önce hiç dile getirmediği kadar dillendirirken NASA, önemli hedefleri arasında bu talepleri gerçekleştirmek olduğunu belirtti. ABD hükümeti, insanların uzaya gönderilmesi temennisinin altını çizerek NASA'nın 19.5 milyar dolarlık bütçesini onayladı.

                        Yeni bütçeyle birlikte NASA, özellikle Mars'ta kolonileşme gibi çeşitli planlar üzerine olan çalışmalarını hızlandıracak ve görünüşe göre önümüzdeki dönemde insanlığın uzaya gitmesiyle ilgili çalışmalar sürdürecek.

                        Yorum yap

                        • #87

                          NASA, Güneş Sistemi'ni incelemek için dört araştırma ekibi oluşturuyor. Kurum, çalışmalarını önümüzdeki beş yıllık dönem için finanse edecek.
                          NASA'nın hâlihazırda pek çok sayıda bilim adamı bulunmasına rağmen, yine de çeşitli üniversiteler ve kar amacı gütmeyen kuruluşlardan araştırma ekipleriyle birlikte çalışmakta. Hatta bazılarının işbirliklerini denetlemek amacıyla Solar System Exploration Research Virtual Institute (SSERVI) - Güneş Sistemi Keşif ve Araştırma Sanal Enstitüsü'nü bile oluşturdu.

                          Aslında, kuruluş SEERVI'ye ay, dünyaya yakın asteroitler ve Mars uyduları Phobos ve Deimons'u incelemek için dört yeni ekip ekledi. Colorado Üniversitesi'nden bilim insanlarından oluşan ilk grup, insanlı uzay araştırmalarını ilerletmek amacıyla robotik, kozmoloji, astrofizik ve helyofizik üzerine bir çalışma yapmayı planlıyor.

                          TREX ya da diğer adıyla "Araştırma ve Keşif için Araç Kutusu" isimli projede çalışan diğer bir ekip ise ay ya da asteroidler gibi ince taneli tozlarla kaplı gök cisimlerinin araştırılması için araçlar ve methodlar geliştirecek.



                          Georgia Teknoloji Enstitüsü'nden bilim insanlarından oluşan üçüncü grup ışının insan yapımı kompozit malzemeleri nasıl etkilediğini inceleyecek. Ayrıca, astronotların zararlı radyasyona maruziyetini en aza indirmeye yardımcı olacak olan gerçek zamanlı dedektörler üzerine çalışacaklar.

                          Projelerini ESPRESSO (NASA'nın Uzayda Güneş Sistemi Gözlemlerini Geliştirme Araştırması'nın kısaltılmış hali) olarak adlandıran son grup, NASA'nın uzayda robot ve insan kaşiflerine zarar verebilecek tehlikeli olayları anlamasına yardımcı olacak.

                          Kurum aldığı 22 öneriden bu dördünü seçti ve böylece SSERVI'nin sorumlu olduğu toplam proje sayısı 13'e yükseldi. NASA, ekiplerine önümüzdeki beş yıl boyunca yıllık 3 ila 5 milyon dolarlık bütçe ayıracak.

                          Yorum yap

                          • #88

                            Ay'a ayak basan ikinci adam olan Buzz Aldrin, insanları Mars'a götürme planlarını ayrıntılarıyla aktaran bir sanal gerçeklik filmi hazırlığında.
                            NASA 2030'lu yıllarda Kızıl Gezegen Mars'ta kuracağı ilk koloni için çalışmalarını sürdürürken; Görev Komutanı Neil Armstrong'un ardından Ay'a adım atan ikinci astronot olan Buzz Aldrin, "Cycling Pathways to Mars" isimli bir sanal gerçeklik filmi ile bizlere Mars'a yolculuğun nasıl olacağını önceden aktarmanın peşinde. Dünya ve Mars'ın uydularının durak olarak kullanılacağı yolculuk, yaklaşık altı ay sürecek. Bu deneyimin nasıl olacağını Aldrin'in bakış açısıyla anlatacak filmin ise yaklaşık 10 dakika olması planlanıyor.

                            Şayet bir sanal gerçeklik setine sahip değilsek, Youtube üzerinden 360 derecelik videosunu izleyebileceğimiz kısa film, yaklaşık 225 milyon km sürecek olan yolculuğun nasıl olacağını bizlere gösterecek.

                            Yorum yap

                            • #89

                              Bilim insanları, bir zamanlar Mars'ın bir bölümünü ortadan kaldıran, güçlü tsunamilerle bağlantılı olduğunu düşündükleri bir çarpma krateri tespit etti.
                              Çarpma krateri, Güneş Sistemi'ndeki (veya evrende başka bir yerde de olabilir tabii) bir gezegenin, uydunun veya başka bir katı cisimin yüzeyininde, daha küçük bir cismin yüzeye hiper hızla çarpasıyla oluşan bir dairesel çöküntü olarak tanımlanmakta.

                              Mars'ta bulunan bu krateri tespit eden ekipse, 3 milyar yıl önce Kuzey Mars'ta var olduğu düşünülen bir okyanusa daldığında, 150 metre yüksekliğinde dalgaların oluşumuna neden olan bir asteroidin var olduğuna inanıyor. Gezegenin kuzey ovalarında bulunan Lomonosov Krater'i, yüzeyde tsunami tortularının kaynağı olarak belirlendi ve detaylar 48. Ay ve Gezegen Bilimi Konferansı'nda (48th Lunar and Planetary Science Conference) ana hatlarıyla açıklandı.

                              Mars'ta bir zamanlar okyanus olduğu fikri son yıllarda geçerliliğini yitirmeye başlasa da, bazı bilim insanları hala Kızıl Gezegen'in kuzey enlemlerinde bulunan ova bölgesinin bir zamanlar okyanusla kaplı oluduğunu düşünüyor. Tsunami dalgalarının güney ovaları ile kuzey ovaları arasındaki sınırı yıkadığına dair giderek artan kanıtlar, hipotezin güçlenmesine yardımcı olmakta.



                              François Costard, Steve Clifford ve meslektaşları, görünüşe göre kuzey ovalarında çıkan ve güneyde de muhtemel bir eski kıyı şeridine akan tortu dağılımını belirledi ve haritalandırdı. Paris-Sud Üniversitesi'nden Dr. Costard, BBC'ye verdiği demeçte keşfi "Mars'ın kuzey ve güney yarım kürelerinin arasındaki çatallanan bölge boyunca tipik tsunami yatakları keşfettik. Bu da bir kuzey okyanusunun var olduğunu destekliyor." diye ifade etti.

                              Yorum yap

                              • #90

                                Bilim insanları Mars'ın atmosferinde metal keşfettiklerini belirttiler. NASA'ya göre son yıllarda yapılan en önemli keşiflerden birisi olarak gözüküyor.
                                NASA’nın şu anda bütün gücünü seferber ettiği gök cismi olarak gözüken Mars, Dünya tarafından adeta taciz ediliyor. Yüzlerce teleskobun gözetiminde olan Mars, koloni kurmak için uğraştığımız ilk gezegen olma özelliği taşıyor. Uzaya açılmamız için kullanacağımız ilk ve en önemli yapı taşı olan Mars'ın araştırılmasına tüm hızıyla devam ediliyor.


                                NASA, Dünya Dışı Yaşamla İlgili Çok Önemli Bir Açıklama Yapacak!
                                NASA’nın MAVEN uzay aracı, Mars’ın üst atmosferlerinde yaptığı araştırmada yeni bir keşifte bulundu. Mars’ın üst atmosferlerinde magnezyum, demir ve sodyum iyonlarının izlerini bulan MAVEN, Mars’ın çorak bir hale gelme nedenini araştırıyor. Mars’ın günümüzde gördüğümüz haliyle çorak bir gezegen olduğunu söylemek mümkün. Bunun nedenlerini araştıran bilim insanları, Mars'ta son yılların en büyük keşiflerinden birini yaptıklarını belirtiyorlar.

                                NASA, Mars'ın Güneş sistemimizdeki metalin atmosferinde bulunduğunu açıklaması üzerine, daha önce Mars’ın eskiden Dünya’ya benzeyen bir gezegen olduğu iddiaları da pekiştirilmiş oldu. Bu keşif, Mars’ın Dünya’dan sonra iyonosferinde metal iyonlarının kalıcı varlığının tespit edildiği ilk gezegen olmasını sağlıyor.



                                NASA’da görev yapan bilim insanlarına göre atmosferde yer alan bu metal atomlarının, Mars’a düşen küçük göktaşı yağmurları tarafından oluşturulduğu düşünülüyor. Metal atomlar, iyonosferdeki moleküller tarafından parçalanarak elektronlarını alır ve elektrik yüklü iyonlara dönüşürler. Bu sırada göktaşları buharlaşarak kaybolur.

                                Uzmanlar, Mars’ın iyonesfer aktivitesini anlayarak Mars atmosferinin uzaya nasıl çıktığını anlamaya çalışıyorlar.

                                Yorum yap

                                Hazırlanıyor...
                                X